|
CEZA HUKUKU 1. ÜNİTE
Ceza Hukuku: Suç teşkil eden fiilleri ve bunlara uygulanacak yaptırımların neler olduğunu gösteren hukuk disiplinidir.
Hukuki değerler, toplumsal düzenin devamı için bir hukuk toplumunda korunması gereken, soyut, manevi değerlerdir. Ceza hukuku görevini, söz konusu hukuki değerleri ihlal eden saldırıları suç olarak tanımlamak suretiyle yerine getirmektedir. Örneğin kasten öldürmenin suç olarak tanımlanmasıyla, bir insanın yaşama hakkı; kasten yaralama suçuyla kişilerin vücut dokunulmazlığı; cinsel saldırı suçuyla kişilerin cinsel dokunulmazlıkları korunmaktadır. Kanun koyucu bir fiili suç olarak tanımlarken mutlaka en az bir hukuki değeri korumak amacı gütmektedir.
Ceza Hukukunun Temel Kavramları: Suç, ceza ve güvenlik tedbirleri
Ceza hukuku, diğer hukuk dallarındaki yaptırımlarla hukuki korumanın yetersiz kaldığı durumlarda son çare olarak devreye girer.
Suç, insanların toplum içinde birlikte yaşamalarının temini, toplumsal düzenin devamı için korunması gereken hukuki değerleri ihlal eden belli insan davranışlarıdır.
Suç teşkil eden haksızlığı gerçekleştiren kişilere ceza ve güvenlik tedbiri olmak üzere iki tür yaptırım uygulanmaktadır. Cezanın amacı da, suç teşkil eden haksızlığı tercih etmesinden dolayı kişinin etkin pişmanlık duymasını sağlamaktır. Ceza yaptırımının aksine, güvenlik tedbirine hükmedilebilmesi için gerçekleştirdiği haksızlık dolayısıyla kişinin kusurlu sayılması zorunlu değildir. Bu yaptırımlar suç işleyen kişi hakkında birlikte uygulanabileceği gibi, birbirinden bağımsız olarak da uygulanabilirler.
CEZA HUKUKUNUN HUKUK DİSİPLİNLERİ ARASINDAKİ YERİ:
Ceza hukuku, kamu hukuku içerisinde yer alan bir bilim dalıdır. Suç işleyen kişiyi cezalandırma gücü devletin tekelinde bulunmaktadır. Ceza hukuku, kendi içinde de bazı alt disiplinlere ayrılmaktadır. Bu kapsamda maddi ceza hukuku ve ceza muhakemesi hukuku genel kabul gören ayrımı oluşturmaktadır.
*Maddi ceza hukuku, bir fiilin suç teşkil edebilmesi için bulunması gereken unsurları, suç dolayısıyla sorumluluk için aranan şartları ve suçun işlenmesi hâlinde uygulanabilecek yaptırımları ve suçun işlenmesine bağlanan diğer hukuki sonuçları inceler. Maddi ceza hukuku da kendi içinde ceza hukuku genel hükümler ve ceza hukuku özel hükümler olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Ceza hukukunun genel hükümleri bütün suçlar için geçerli ortak prensipleri ihtiva etmektedir. Özel hükümlerde ise kasten öldürme, işkence, cinsel saldırı, hakaret, hırsızlık, zimmet, rüşvet gibi tek tek suç tanımları yer almaktadır.
*Ceza muhakemesi hukuku ise, suç teşkil eden bir fiilin işlendiği şüphesiyle başlayıp bu şüphenin failin lehine veya aleyhine yenilenmesine kadar devam eden süreci ifade etmektedir. Ceza muhakemesi hukuku, bu sürece katılan kişilerin hak, görev ve yetkileri ile işlendiği iddia edilen suçun gerçekte işlenip işlenmediğini, işlendi ise kim tarafından işlendiğini ve yaptırımının ne olacağını belirlemek amacıyla yapılan ve iddia, savunma ve yargılama niteliğindeki bir dizi faaliyetten oluşan bir hukuk dalıdır.
Ceza Hukukunun Diğer Bilim Dallarıyla İlişkisi: hukuk dallarının başında anayasa hukuku gelmektedir.
Ceza Hukuku; Anayasa ile oluşturulan düzenin ve kişilere tanınan hak ve özgürlüklerin bekçiliğini de yapmaktadır. Ceza hukuku bu korumayı, anayasa ile kişilere tanınan temel hak ve özgürlükleri ihlal eden davranışları ve Anayasa ile oluşturulan düzeni değiştirmeye veya işleyişini bozmaya yönelik cebir veya tehdit içeren fiilleri suç olarak tanımlamak suretiyle yerine getirmektedir.
Ceza hukuku ile idare hukuku arasında da yakın bağlantı bulunmaktadır. Ceza hukuku, devletin yürütme organı içerisinde yer alan idarenin faaliyetlerinin hukuka uygun ve etkin bir şekilde yürütülmesine katkı sağlamaktadır. Kamu görevlilerinin görevlerini kötüye kullanmasını önlemeye yönelik suç tanımlarına da yer verilmektedir. Böylece hem vatandaşın hakları hem de kamu idaresine olan güven korunmak istenmektedir. Bu suçlara örnek; haksız arama, işkence, zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması, zimmet, irtikâp, rüşvet ve görevi kötüye kullanma suçları gösterilebilir.
Kabahatler Kanununun önemli bir özelliği, hangi kanunda düzenlenirse düzenlensin, karşılığında idari yaptırımın uygulanmasının öngörüldüğü bütün haksızlıklar bakımından genel kanun niteliğinde olmasıdır. Ceza hukuku ile idare hukuku arasında ortak bir alan oluşturmaktadır.
Bir diğer hukuk dalı da devletler hukukudur. Terör eylemleri, bilişim sistemlerine karşı veya bu sistemler aracılığıyla işlenen fiiller, uyuşturucu madde ticareti, fuhuş veya organların alınması maksadıyla insan ticareti, göçmen kaçakçılığı gibi suçlar çoğu zaman suç örgütleri tarafından birçok devleti ilgilendirecek şekilde işlenmektedir. Başta Avrupa Konseyi ve Birleşmiş Milletler olmak üzere uluslararası toplum, bu tür sınır aşan örgütlü suçlara karşı devletlerin ortak mücadele verilebilmesini sağlamaya yönelik çaba göstermektedirler. Bu çabaların somut ifadesi olarak ilgili konularda çok sayıda milletlerarası sözleşmeler imzalanmaktadır. Devletler hukuku ile ceza hukukunun kesiştiği bir diğer alan da suçluların iadesi ve adli yardımlaşma konularında ortaya çıkmaktadır. Bir ülkede suç işledikten sonra bir başka ülkeye gitmiş olan kişinin, suçun işlendiği ülke tarafından yargılanabilmesi veya hakkında verilen cezanın infaz edilebilmesi amacıyla, bulunduğu devletten geri verilmesi istenebilecektir. Keza bir suç nedeniyle başlatılan ceza muhakemesi sürecinde, bir başka ülkede bulunan sanık veya tanığın dinlenmesi ve başka delillerin tespit edilerek gönderilmesi ihtiyacı ortaya çıkabilir. İşte bütün bu hâllerde yapılacak işbirliğinin esas ve yöntemleri, devletlerarasında imzalanan sözleşmelerle belirlenmektedir.
Ceza hukuku ile medeni hukuk arasında da birçok konuda ilişki ortaya çıkmaktadır. Her şeyden önce suç teşkil eden fiiller aynı zamanda haksız fiil niteliği taşıdığı için, medeni hukukun bir alt disiplini olan borçlar hukuku bakımından tazminat sorumluluğunu gerektirmektedir. Örneğin bir kimsenin eşyasını çalmak ceza hukuku bakımından hırsızlık suçunu oluşturmaktadır (TCK m. 141). Aynı fiil borçlar hukuku bakımından da haksız fiil sayılmakta ve çalınan eşyanın tazmin edilmesi gerekmektedir. Bazı suçların tanımında bir unsur olarak medeni hukuka ilişkin bir kavrama yer verilebilmektedir. Örneğin eşya, insan, altsoy, üstsoy, vasi, eş, zilyet, malik, gibi kavramlar bazı suçların tanımında unsur olarak zikredilmektedir.
Ceza hukuku ile kriminoloji (suç bilimi) arasındaki ilişkiye de değinmek gerekir. Kriminoloji deney ve gözlem metodundan yararlanarak suçun işlenme nedenlerini, faili suç işlemeye iten sebepleri inceleyen bir bilim dalıdır. Bu çerçevede kriminoloji suçlunun kişiliğini, fiziki ve psikolojik özelliklerini, kişinin içinde yaşadığı sosyal çevrenin, aile ilişkilerinin, ekonomik durumun, eğitim durumunun, cinsiyetin, yaşın, dini inançların, iklim ve mevsim gibi çevre koşullarının suç işleme olgusu üzerindeki etkilerini araştırır. Ceza hukuku adli olayların aydınlatılmasında tıp biliminin bir alt disiplini olan adli tıptan yararlanmaktadır. Adli tıp özellikle ceza muhakemesi sürecinde suçun aydınlatılmasında (örneğin ateşli silahla meydana gelen ölüm vakasında olayın intihar mı yoksa adam öldürme mi olduğunun belirlenmesinde), suçluların tespitinde(örneğin olay yerinde veya mağdur üzerinde bulunan delillerin araştırılması sonucu failin belirlenmesi) ve sorumluluğun saptanmasında (örneğin suçu işlediği sırada kişinin akıl hastası olup olmadığının belirlenmesi) önemli rol oynar.
CEZA HUKUKUNUN KAYNAKLARI
Doğrudan kaynaklar somut olaya doğrudan uygulanabilen ve uygulayıcı bakımından bağlayıcı nitelik taşıyan kaynaklardır. Buna karşılık dolayısıyla kaynaklar bağlayıcı olmayıp, doğrudan uygulanan bir kaynağın anlaşılması ve yorumlanmasında göz önünde bulundurulur.
Doğrudan Kaynaklar: ANAYASA - KANUN - ULUSLARARASI SÖZLEŞMELER
Dolayısıyla Kaynaklar: DOKTRİN VE YÜKSEK MAHKEME İÇTİHATLARI
CEZA HUKUKUNUN GÜVENCE FONKSİYONU
Ceza hukuku, temel hak ve özgürlükleri saldırılardan korurken, aynı zamanda kişilerin hareket özgürlüğünün sınırlarını da çizmektedir. Bu prensiplerin başında suçta ve cezada kanunilik ilkesi gelmektedir.
Suçta ve Cezada Kanunilik İlkesi: bireyin hak ve özgürlüklerini güvence altına almaktadır.
***1982 Anayasası’nın 38. maddesinde suçta ve cezada kanunilik ilkesine ilişkin şu hükümlere yer verilmiştir:
*“Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.” (f. 1).
*“Suç ve ceza zaman aşımı ile ceza mahkûmiyetinin sonuçları konusunda da yukarıdaki fıkra uygulanır.” (f. 2).
*“Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.” (f. 3).
*5237 sayılı TCK’nın “suçta ve cezada kanunilik ilkesi” başlıklı 2. maddesinde bu ilke ve doğurduğu sonuçlar açık şekilde ifade edilmiştir.
Buna göre, “(1) Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. Kanunda yazılı cezalardan ve güvenlik tedbirlerinden başka bir ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunamaz. (2) İdarenin düzenleyici işlemleriyle suç ve ceza konulamaz. (3) Kanunların suç ve ceza içeren hükümlerinin uygulanmasında kıyas yapılamaz. Suç ve ceza içeren hükümler, kıyasa yol açacak biçimde geniş yorumlanamaz.” Bu hükümlere göre suçta kanunilik ilkesi gereğince, esasen haksızlık teşkil eden fiillerden hangilerinin suç teşkil ettiği kanunda gösterilmelidir. Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiilden dolayı kimseye ceza verilemez. Yine kanunun açıkça cezayı artırıcı bir neden olarak kabul etmediği bir husustan dolayı da kimsenin cezası artırılamaz.
Cezada kanunilik ilkesi gereğince, kanunun açıkça suç saydığı bir fiilden dolayı bir kimseye ne tür ve miktarda bir ceza yaptırımının uygulanacağının yine kanunla belirlenmesi gerekir. Dolayısıyla hiç kimse bir suç nedeniyle kanunda öngörülemeyen bir ceza ile veya kanunda öngörülen bir cezadan daha ağır bir ceza ile cezalandırılamaz.
Kanunilik ilkesinin, idarenin düzenleyici işlemleriyle suç ve ceza konulamaması, suç tanımlarının açık seçik olması (belirlilik ilkesi), örf ve adetle suç ve ceza konulamaması, kıyas yasağı ve ceza kanunlarının geçmişe yürütülmesi yasağı olmak üzere çeşitli sonuçları vardır. Suçta ve cezada kanunilik ilkesi gereğince, örf ve âdetin ceza hukukunda kaynak değeri bulunmamaktadır. Bu itibarla örf ve âdetin bir fiili suç hâline getirme, suç olan bir fiili suç olmaktan çıkartma veya suç teşkil eden bir fiilin cezasını ağırlaştırma gücü bulunmamaktadır. Ceza hukukunda örf ve âdete ancak bir suçun unsurlarının yorumlanmasında başvurulabilir.
Suçta ve cezada kanunilik ilkesinin bir diğer sonucu da kıyas yasağıdır. Bu ilke gereğince suç teşkil eden fiillerin kanunda açık, seçik ve herkesin anlayabileceği şekilde tanımlanması gerekliliği, ceza hukukunda kıyasa başvurulamayacağını ortaya koymaktadır. “Kanunların suç ve ceza içeren hükümlerinin uygulanmasında kıyas yapılamaz. Suç ve ceza içeren hükümler, kıyasa yol açacak biçimde geniş yorumlanamaz”
Kıyas yasağı gereğince, kanunda açıkça suç olarak tanımlanmayan bir fiil, kanunda suç olarak tanımlanan bir fiile bazı yönlerden benzerlik gösterdiğinden bahisle o fiile ilişkin suç tanımı kapsamında cezalandırılamaz.
Geçmişe Yürüme Yasağı (Ceza Hukuku Kurallarının Zaman Bakımından Uygulanması)
Kanunilik ilkesinin sonucu olan bu kurala göre her fiil, işlendiği zamanın kanununa tabiidir. İşlendiği zaman yürürlükte bulunan kanuna göre suç teşkil etmeyen bir fiilden dolayı kimseye ceza verilemez. İşlendiği zamanın kanuna göre suç sayılmayan bir fiili işleyen kişiye, daha sonra yürürlüğe giren ve o fiili suç hâline getiren bir kanun geriye yürütülerek ceza verilemez. Yeni bir suç tanımı getiren veya failin durumunu ağırlaştıran kanunlar, ancak yürürlüğe girdiği tarihten sonra işlenen fiiller bakımından uygulanabilirler. Ceza kanunlarının geriye yürümesini yasaklayan bu kuralın bir istisnası vardır. Buna göre failin lehine olan kanun geriye yürür. İşlendiği zamanın kanuna göre suç sayılan bir fiilin, işlendikten sonra yürürlüğe giren kanunla suç olmaktan çıkartılması hâlinde, fiili suç olmaktan çıkartan sonraki kanun lehe olduğu için yürürlüğe girdiği tarihten önce işlenmiş olan fiillere, geçmişe yönelik olarak olaya uygulanacak ve faile herhangi bir ceza hukuku yaptırımı uygulanmayacaktır. “İşlendikten sonra yürürlüğe giren kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı da kimse cezalandırılamaz ve hakkında güvenlik tedbiri uygulanamaz. Böyle bir ceza veya güvenlik tedbiri hükmolunmuşsa infazı ve kanuni neticeleri kendiliğinden kalkar.” (f. 1, cümle 2 ve 3). “Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur.” (f. 2). Failin lehine olan kanunun geçmişe uygulanır ve geçmişe uygulanma bakımından bir zaman sınırlaması getirilmemiştir.
Derhal uygulama: Bir hükmün yürürlüğe girdiği anda ilgili olan her olaya uygulanmasını ifade eder. Derhal uygulama kuralının dışında tutulmuştur: Bunlar hapis cezasının ertelenmesi, koşullu salıverme ve tekerrürle ilgili olan hükümlerdir. Bu müesseselerle ilgili değişikliklerde geriye yürüme yasağı kuralı ve failin lehine olan hükmün geriye yürümesi istisnası geçerli olacaktır.
***Ceza muhakemesi hukukuna ilişkin kuralların zaman bakımından uygulanması konusunda da derhal uygulama kuralı geçerlidir. Hukuk sistemimizde derhal uygulama kuralı öngören bir başka hüküm de, Anayasa da bulunmaktadır. Anayasa’ya göre Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen kanun hükümleri, iptal kararının Resmi Gazete’de yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Ancak gereken hâllerde Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih, kararın Resmi Gazete’de yayımlandığı günden başlayarak bir yılı geçemez (m. 153, f. 3). İptal kararları geriye yürümez (m. 153, f. 5). Bu düzenlemeye göre Anayasa Mahkemesi bir fiili suç olarak düzenleyen kanun hükmüyle ilgili olarak iptal kararı verdiğinde, bu karar geriye yürümeyecek, kararın Resmi Gazetede yayımlanıp yürürlüğe girdiği tarihten itibaren işlenen suçlar hakkında uygulanacaktır. Bu tarihten önce işlenen suçlara iptal kararının etkisi olmayacaktır. Anayasanın bu hükmünün failin lehine sonuç doğuran iptal kararları bakımından isabetli olmadığı açıktır.
“Geçici veya süreli kanunların, yürürlükte bulundukları süre içinde işlenmiş olan suçlar hakkında uygulanmasına devam edilir.” Böylece geçici ve süreli kanunların ileriye yürümesinin yolu açılmıştır.
Yürürlükten kalkışı belirli bir zamana veya olaya bağlandığı için yürürlükten kalkacağı zaman önceden bilinen kanunlara süreli kanun denir.
2.ÜNİTE
Suç, karşılığında ceza hukuku yaptırımı öngörülmüş olan haksızlıktır. Hukuk kuralları da toplumsal düzeni sağlayan ve koruyan davranış normları içinde yer almaktadır. Hukuk kuralları, bir hukuk toplumunda devletin, toplumsal düzenin sağlanmasında ve devam ettirilmesinde kullanıldığı en önemli vasıtayı oluşturmaktadır. Davranış normları, üstlenmiş oldukları işlevi, her biri belli bir hukuki değeri korumayı amaçlayan ve yasak veya emir şeklinde formüle edilmiş kurallarla yerine getirir. *Yasaklayıcı davranış normları, ancak bir davranışın gerçekleştirilmesi suretiyle (icrai davranış) ihlal edilebilir. Buna karşılık, emredici davranış normları ise, ancak emredilen hareketin gerçekleştirilmemesiyle (ihmali davranış) ihlal edilebilir. Örneğin TCK’nın 86. maddesinde düzenlenen kasten yaralama suçu, “haksız yere bir başkasının vücut dokunulmazlığını ihlal etmemelisin!” şeklindeki yasaklayıcı normun bir ifadesidir. Buna karşılık, TCK’nın 278. maddesinde düzenlenen suçu bildirmeme suçu, “işlenmekte olan bir suçu yetkili mercilere bildirmelisin” şeklindeki emredici normun ifadesini oluşturmaktadır. Suçun yapısı, haksızlık ve kusur şeklinde ikili bir ayrım çerçevesinde incelenmektedir.
Kişilerin, muhatabı oldukları davranış normlarının gereklerine aykırı davranmaları, yani emir veya yasağı ihlal etmeleri haksızlık teşkil eder. Suç teorisi, suç teşkil eden haksızlığın unsurlarını ve ceza sorumluluğun şartlarını konu edinmektedir. Suç teorisinin öngördüğü sistem çerçevesinde suçun yapısal unsurları kural olarak haksızlık ve kusur ayrımı çerçevesinde ele alınmalıdır. Haksızlığın unsurları ise, “tipiklik” ve “hukuka aykırılık”tan ibarettir. Suç teşkil eden bir haksızlıktan söz edilebilmesi için, işlenen fiille (davranışla) haksızlığın unsurlarının gerçekleşip gerçekleşmediğinin belirlenmesi gerekir (fiil olmaksızın haksızlık olmaz).
Kusur(luluk), suçun yapısında, haksızlık teşkil eden fiili gerçekleştiren kişinin (failin) işlemiş olduğu bu fiilden dolayı kınanıp kınanamayacağının değerlendirildiği aşamayı oluşturmaktadır.
Bir hareketin, ceza hukuku açısından değerlendirmeye alınabilmesi, bunu gerçekleştiren kişinin tamamıyla bir insan gibi, yani iradi olarak hareket ettiğinin tespit edilmesine bağlıdır. İradi bir davranış bulunmadıkça ceza hukuku açısından değerlendirmeye konu bir fiilin varlığından bahsetmek mümkün değildir. Suçun yapısını incelemeye fiil ile başlamak bir zorunluluk arz etmektedir. Tipe uygunluk değerlendirmesinden önce fiil özelliklerine sahip bir insan davranışının bulunup bulunmadığı belirlenmelidir. Fiil bu değerlendirme aşamalarını geçtikten sonra ve dolayısıyla haksızlık teşkil ettiği belirlendikten sonra ise, kusurluluk konusu ele alınacaktır. Kusurluluk, haksızlığın unsurlarının gerçekleşmesinden sonra, bu fiille ilgili olarak fail hakkında verilen bir değer hükmünü oluşturmaktadır. Bu durumda, kusur yargısı fiil hakkında değil, fail hakkında yapılmaktadır. Ancak, fail hakkında kusur yargısında bulunulabilmesi için ortada onun tarafından işlenmiş bir haksızlığın bulunması gerekir. Ceza hukuku “haksızlık olmaksızın kusur olmaz” prensibini kabul eder. Kusur, bir haksızlığı gerçekleştirmesi nedeniyle failin kişisel olarak kınanabilmesi demektir (kişisel isnadiyet). Failin işlediği fiilin haksızlık teşkil ettiğini bilmediği (m. 30/4) ya da işlediği fiilin haksızlık teşkil edip etmediğini anlayabilecek zihni donanıma sahip olmadığı hâllerde, onun hakkında kınama yargısında bulunabilmek mümkün olmayacaktır. Dolayısıyla algılama ve irade yeteneğine sahip olmayan kişiler hakkında kusur yargısında bulunulabilmesi mümkün değildir. Ancak, fail hakkındaki kusurluluk yargısının konusunu, onun tarafından kasten veya taksirle gerçekleştirilen fiilin oluşturduğu unutulmamalıdır. Fail hakkında kusur yargısında bulunulabilmesi için ortada onun tarafından işlenmiş bir haksızlığın bulunması gerekir.
Suç Teşkil Eden Haksızlığın Esası Olarak Fiil
Ceza hukukunun hareket noktasını, normun muhatabı olan insan tarafından gerçekleştirilen fiil oluşturur. Ceza hukukunda, fiil olmaksızın haksızlık olmaz kuralı geçerli olup bir kişinin zihniyeti, kabulleri ve hayata geçirmediği sürece suç işleme yolundaki düşüncesi itibariyle cezalandırılması söz konusu değildir. Fiili; yönlendirici irade tarafından hâkim olunan, belli bir amaca yönelen, etkileri dış dünyada hissedilen insan davranışı olarak tanımlamak mümkündür. İradi olması, belli bir maksada yönelik olması, etkilerinin dış dünyada hissedilmesi ve insan kaynaklı olması fiilin belirleyici unsurlarıdır. Buna göre sadece iradi olan insan davranışları fiil niteliğine sahiptir ve yönlendirici iradenin ürünü olmayan davranışlar ceza sorumluluğuna esas teşkil etmezler.
İradeyi mutlak surette devre dışı bırakan, karşı konulamayan, doğal ya da doğal olmayan bir kuvvetin etkisinde iken gerçekleştirilen hareketler fiil olarak nitelendirilemezler. Bu çerçevede karşı konulamaz mutlak bir kuvvete maruz kalan kişinin gerçekleştirdiği davranışlar fiil sayılmazlar. Örneğin bir kimsenin diğerini vitrin camına iterek camın kırılmasına sebebiyet verdiği bir olayda, cama çarpan kişinin hareketi yönlendirici iradenin ürünü olmadığı için fiil olarak değerlendirilmez. Bu itibarla cama çarpan kişi bakımından bu hareketin mala zarar verme suçu bakımından tipik olup olmadığını değerlendirmeye gerek yoktur.
Buna karşılık insanın iradesini yalnızca zorlayıcı nitelikteki cebir ve tehdit altında gerçekleştirilen davranışlar fiil niteliğine sahiptirler. Örneğin bir kimseye silah tehdidiyle sahte bir senet imzalattırılması durumunda, kişi senet imzalama hareketini zorlanmış da olsa iradi olarak gerçekleştirmektedir. Yani tipiklik ve hukuka aykırılık bakımından değerlendirmeye konu bir fiil vardır. Ancak bu kişi böyle bir fiile iradi olarak karar verirken özgür olmadığı, yani davranışlarını hukukun icaplarına göre yönlendiremediği için kusurunun bulunmaması nedeniyle cezalandırılması söz konusu olmayacaktır. Zorlayan kişi dolaylı fail sayılacak ve cezalandırılacaktır.
Refleks hareketleri, uyku hâlinde veya hipnotik telkin altında gerçekleştirilen davranışlar da ceza hukuku anlamında fiil özelliğini taşımazlar. Buna karşılık, zorunluluk hâlinde, ani karar sonucu ve şuur bozukluğu veya şuur bulanıklığı hâllerinde gerçekleştirilen davranışlar ise fiil niteliğine sahiptirler.
Doğal olaylar veya bir hayvanın hareketi ceza hukuku bakımından değerlendirmeye tabi tutulmaz. Ancak bir suçun işlenmesinde hayvanın bir araç olarak kullanılması (örneğin hayvanın başkasına saldırması için kışkırtılması) durumunda, kişinin davranışı fiil niteliğine sahiptir. Bunun dışında insan olmadıkları, sadece hukuki bir yapıları bulunduğu için tüzel kişilerin de hareket etme yetenekleri yoktur. Bunlar adına yetkili organlar hareket ederler.
Yaşına ve akli durumuna bakılmaksızın herkes fiil ehliyetine sahiptir.
Tipiklik
Suçun bir unsuru olarak kastedilen tipiklik ise dar anlamda tipikliktir (haksızlık tipi). Dolayısıyla dar anlamda tipiklik, ceza sorumluluğunun doğumu için kanuni tanımda gösterilen bütün unsurların gerçekleşmiş olmasını ifade etmek üzere kullanılan geniş anlamda tipiklikle karıştırmamak gerekir. Geniş anlamda tipiklik, cezalandırılabilirliğin kanuni olarak belirlenmiş tüm koşullarını kapsadığı için Ceza Kanununun güvence fonksiyonu (suçta ve cezada kanunilik ilkesi) bakımından öneme sahiptir. Bilindiği üzere bu koşulların failin aleyhine olarak ne örf ve âdet hukuku yoluyla ne de kıyas yoluyla oluşturulması veya genişletilebilmesi mümkündür. Dar anlamda tipiklik, her bir suça kendi özelliğini veren ve onun haksızlık içeriğini karakterize eden unsurlardan oluşmaktadır. Tipiklik, vatandaşların tipleştirilen emir ve yasaklara göre kendilerini yönlendirmeleri fonksiyonunu yerine getirir. Buna “tipikliğin uyarı fonksiyonu” denir. Haksızlığın unsurunu oluşturan (dar anlamda) tipiklik, haksızlık içeriğini belirleyen unsurları (haksızlık tipini) konu edinmektedir.
Tipiklik, sadece bir suç tipinin değil, tüm suçların özelliklerini taşıyan soyut bir kavramdır. Failin tipe uygun davranmasıyla tipik haksızlık da gerçekleşmiş olur. Çünkü kanunda tanımlanan her bir suç, bu somut tanımıyla, tipik haksızlığı oluşturan davranış tarzlarını ortaya koymuş olmaktadır. Buna göre, somut hareket, daha önce yapılan bu soyut suç tanımlarından birine uygunsa, bu hareketin tipe uygunluğundan ve dolayısıyla belli bir suç tipinin maddi ve manevi unsurlarının gerçekleştirildiğinden bahsedilir.
Tipiklik, suçun yapısında “hukuka aykırılığın karinesini oluşturma” fonksiyonuna da sahiptir. Buna göre, tipe uygun bir davranış kural olarak hukuka aykırı bir davranıştır. Bir davranışın tipe uygun olduğunun belirlenmesiyle, suç teşkil eden haksızlık da gerçekleşmiş olur. Bir fiilin haksızlık olarak nitelendirilebilmesi için iki aşamalı değerlendirmeden geçilmelidir: Davranışın tipe uygunluğunun araştırılması (ceza kanunu açısından değerlendirme) ve bir hukuka uygunluk nedeninin yokluğunun belirlenmesi (tüm hukuk düzeni açısından değerlendirme).
Bir fiilin hukuka uygunluk nedeni çerçevesinde işlenmesi, fiilin tipikliği üzerine etkili değildir. Buna karşılık, tipik olmayan bir fiil hukuka aykırı da olsa ceza hukukunun konusunu oluşturmaz.
Tipikliğin maddi (objektif) unsurları fiilin dış dünyadaki görünüş biçimini nitelendirirler. Bu unsurlar tanımlanabilir veya normatif olabileceği gibi, fiile veya faile ilişkin de olabilir. Tipikliğin manevi (sübjektif) unsuru denilince, failin psişik-manevi alanına ve tasavvur dünyasına ait olan unsurlar anlaşılmalıdır. Fiil ile bu fiili gerçekleştiren kişi arasındaki psikolojik bağa manevi unsur denilmektedir. Bu bağ da kural olarak kast, istisnai hâllerde ise taksir şeklinde tezahür etmektedir. Kasten işlenen bazı suçlarda ise, kastın yanı sıra amaç veya saikten oluşan başkaca manevi unsurların gerçekleşmesi aranmıştır. Buna göre, haksızlık teşkil eden fiiller ya kasten işlenirler ya da taksirle gerçekleştirilirler. Haksızlık teşkil eden fiilin işleniş şeklini oluşturan kast ve taksir, birer kusurluluk şekli olarak görülemezler. Hukuka aykırılık, tipikliğin bir unsuru değil, suçun genel bir unsurudur. Ancak bazı suçların kanuni tanımında “hukuka aykırı”, “hukuka aykırı olarak” ya da “haksız” veya “haksız olarak” şeklinde ifadelere yer verilmektedir.
TİPİKLİĞİN MADDİ UNSURLARI
Fiil, netice, nedensellik bağı, fail, mağdur, suçun konusu ve nitelikli hâller olarak sıralamak mümkündür. Bunlardan, fiil, fail, mağdur ve suçun konusu her suçta zorunlu olarak bulunan unsurlardır. Buna karşılık, netice ve nedensellik bağı sadece neticeye unsur olarak yer veren suçlar bakımından göz önünde bulundurulacak unsurlardandır. Neticeli suçlardaki nedensellik bağı, tipikliğin yazılı olmayan unsurlarındandır. Nitelikli hâller de suç tipinde öngörülmesi hâlinde değerlendirmeye alınacak unsurlardandır.
FİİL: yönlendirici iradenin ürünü olan, belli bir amaca yönelen ve dış dünyada etkileri hissedilen insan davranışını ifade eder. Tipe uygun haksızlığın gerçekleşebilmesi için suçun kanuni tanımında belirtildiği şekil ve tarzda hareket ya da hareketlerin yapılması şarttır. Dış dünyada gerçekleştirilen davranış, kanuni tanıma uygun olmadığı sürece ceza hukuku bakımından önemli bir hareketten söz edilemez. İşte suçları hareketin tipte tanımlanışına göre, tek hareketli suçlar, çok hareketli suçlar, serbest hareketli suçlar, bağlı hareketli suçlar, seçimlik hareketli suçlar, mütemadi (kesintisiz) suçlar ve ihmali suçlar şeklinde bir ayrıma tabi tutmak mümkündür.
*Tek Hareketli Suçlar: Kanuni tanımına göre, meydana gelmesi için tek hareketin yeterli olduğu suçlara “tek hareketli suç” denir. Tek hareketten oluşan bu suçlara, kasten öldürme, hakaret suçları örnek gösterilebilir. Bu suçların oluşumu için tek öldürmeye ve hakarete yönelik hukuki anlamda tek fiilin icrası yeterlidir. Örneğin kasten öldürme suçunun işlenmesi sırasında sıkılan kurşun sayısının veya vurulan bıçak darbesinin birden fazla olması, bu suçun tek hareketli suç olma özelliğini etkilemez. Zira bu gibi durumlarda hukuki anlamda fiil tektir.
*Çok Hareketli Suçlar: Kanuni tanımında birden çok harekete yer verilen suçlara “çok hareketli suç” denir. Bu tür suçların oluşması için kanuni tanımda gösterilen hareketlerin tamamının yapılması gerekir. Örneğin yağma suçu, cebir veya tehditle bir malın alınmasıyla oluşan bir suçtur. Keza dolandırıcılık suçu da hileli hareketlerin yanı sıra yarar sağlanmasını gerektirmektedir. Aynı şekilde özel belgede sahtecilik suçunun oluşabilmesi için failin hem sahte bir özel belge düzenlemesi, hem de bu belgeyi kullanması gerekir.
*Serbest Hareketli Suçlar: Kanun tanımlarında hangi tür hareketlerle işleneceği hususunda belirlemede bulunulmayan suçlara serbest hareketli suçlar denir. Örneğin görevi kötüye kullanmada suçu oluşturan hareketler Kanunda somutlaştırılmış değildir. Kamu görevlisinin görevinin gereklerine aykırılık teşkil eden kasti her hareketi suçun maddi unsurunun oluşması bakımından yeterlidir. Keza kasten öldürme, hırsızlık, cinsel saldırı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma da serbest hareketli suçlardandır.
*Bağlı Hareketli Suçlar: Kanuni tanımında hangi hareketlerle işlenebileceği bizzat belirtilen suçlara “bağlı hareketli suç” denir. Bu suçlarda, serbest hareketli suçların aksine, suç tipinde o suçu oluşturan hareketler somutlaştırılmıştır. Örneğin yağma suçu bağlı hareketli bir suçtur. Çünkü yağma suçunun kanuni tarifinde cebir veya tehditle bir malın alınmasından bahsedilmektedir. O hâlde cebir veya tehdit dışındaki bir hareketle (örneğin hile ile) malın alınması hâlinde yağma suçu oluşmayacaktır. Seçimlik hareketli suçlar da genellikle bağlı hareketli suçlardandır. Çünkü bu suçlar kanunda belirtilenler dışındaki hareketlerle işlenemezler. Yine bir suçun basit şekli serbest hareketli bir suç olduğu hâlde nitelikli unsurları bağlı hareketli suç olabilir.
*Seçimlik Hareketli Suçlar: Kanuni tanımında birbirinin alternatifi olarak gösterilen birden çok hareketten biriyle işlenebilen suçlar “seçimlik hareketli”dir. Bu tür suçlarda, kanuni tanımda gösterilen alternatif hareketlerin hepsinin aynı anda gerçekleştirilmesi şart olmayıp birinin icrasıyla suç oluştur. Somut olayda kanuni tarifte gösterilen hareketlerin hepsi icra edilmiş olsa dahi ortada tek suç vardır. Ancak bu durum cezanın belirlenmesinde göz önünde bulundurulabilir. Soykırım, göçmen kaçakçılığı, hakaret ve mala zarar verme gibi suçlar seçimlik hareketlidirler. Örneğin mala zarar verme suçu başkasının taşınır veya taşınmaz malının kısmen veya tamamen yıkılması veya tahrip edilmesi veya bozulması veya kirletilmesiyle işlenebilecektir. Seçimlik hareketlerden birisi tamamlanmış, diğeri teşebbüs aşamasında kalmış olsa dahi suç tamamlanmış kabul edilir.
*Kesintisiz Suçlar: Kanuni tanıma uygun hareketin icrasıyla ya da tipte ayrıca neticenin arandığı hâllerde neticenin gerçekleşmesiyle tamamlanan suçlara “ani suçlar” denir. Örneğin kasten öldürme suçu, ölüm neticesinin gerçekleşmesiyle tamamlanır. Mağdurun yaralandıktan bir müddet sonra ölmesi bu suçu mütemadi suç hâline getirmez. Çünkü öldürmeye yönelik hareket gerçekleştirilmiş ve bitmiştir. Ayrıca ölümün bir netice olarak sürdürülmesi, yani kişinin sürekli öldürülmesi söz konusu olamaz. Kanuni tanımındaki hareketlerin işlenmesiyle tamamlanan, ancak fiilin icrasına devam edilmesi sebebiyle henüz sonlanmayan (icranın bitmediği) suçlara “kesintisiz suç” veya “mütemadi suç” denir. Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, suç işlemek için örgüt kurma suçu, uyuşturucu madde bulundurma, girilen konuttan çıkmamak suretiyle işlenen konut dokunulmazlığını ihlal ve karşılıksız yararlanma kesintisiz suçlardandır. Örneğin kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçu, mağdurun iradesine uygun olarak hareket etmesinin kısıtlanması ile tamamlanır. Buna karşılık mağdurun hareket serbestini tamamen kazandığı anda biter.
Kesintisiz suçlarda devam eden netice değil, fiilin icrasıdır. Örneğin kasten yaralama suçu bir durum suçudur. Yaralamanın meydana getirdiği vücut üzerindeki eser, örneğin yüzde sabit eser veya bir kulağın koparılması gibi, ömür boyu devam etse dahi suç yaralamanın meydana gelmesiyle tamamlanmış ve bitmiştir. Ceza hukuku kurallarının zaman bakımından uygulanması konusunda da kesintisiz suç, ani suçtan farklılık gösterir. Kesintisiz suç, fiilin icrasının kesintiye uğradığı (sonladığı veya bittiği) anda işlenmiş olacağından, o anda hangi kanun yürürlükte ise o kanun uygulanır. Kesintisiz suçlarda davaya bakmaya yer itibariyle yetkili mahkeme, kesintinin gerçekleştiği yer mahkemesidir. Zamanaşımı kesintinin gerçekleştiği günden itibaren işlemeye başlar. Şikâyete tabi kesintisiz suçlarda, şikâyet süresi de ancak kesintinin gerçekleştiği andan itibaren başlar.
İhmali Suçlar: Hukuk normları, ya yasaklayıcı norm ya da emredici normlar şeklinde formüle edilirler. Yasaklayıcı norm, belli bir hareketin yapılmasını yasaklar ve bu yasağın ihlalini suç hâline getirir. Ceza kanunlarındaki suçların çoğu yasaklayıcı normun ihlal edilmesiyle işlenen suçlardan oluşmaktadır. Yasaklayıcı norm, icrai bir hareketle, yani haricen gözlemlenebilir bir vücut hareketiyle ihlal edilebilir. Örneğin öldürmeyi yasaklayan norm bir kimsenin öldürülmesiyle, çalmayı yasaklayan bir norm da başkasının eşyasının alınmasıyla ihlâl edilmiş olur. Emredici norm ise belli bir hareketin yapılmasını emreder. Emredici normun söz konusu olduğu hâllerde, bu normun gereği olan hareketin icra edilmemesi bir hak ihlaline sebebiyet verir. kamu görevlisinin yükümlü olduğu görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstermesi veya kendini idare edemeyecek durumda olan kimselere karşı yardım etme yükümlülüğünün yerine getirilmemesi hâlinde emredici normun öngördüğü şekilde davranmamak suretiyle, yani ihmali hareketle suç işlenmiş olur.
İcrai hareketle işlenen suçlarda hareket, tokat atmak, tekme vurmak, silahla ateş etmek, birisine hakaret teşkil eden söz söylemek gibi, aktif bir yapma hareketiyle gerçekleştirilmekte ve böyle bir hareketin varlığı doğal olarak belirlenebilmektedir. Fail icrai suçlarda aktif bir davranışla cezayı gerektiren bir yasağı ihlal etmektedir. İcrai suçlar, suçun gerçekleştirilmesinin aktif bir davranışa bağlı olduğu suçlardır. Burada fail aktif olmalı ve suçu aktif bir hareketle gerçekleştirmelidir. İhmali suçlar, emredilen hareketi yapmamak suretiyle işlenen suçlardır. İhmali suçlarda hareket, belli bir davranışın gerçekleştirilmemesi, belli bir davranışta bulunmama şeklinde normatif bir özellik taşımaktadır. Bir başka deyişle, ihmali davranış, hukuk normlarıyla (emredici davranış normları) kişiye belli bir icrai davranışta bulunma yükümlülüğünün yüklendiği hâllerde, kişinin bu yükümlülüğü yerine getirmemesi şeklinde ortaya çıkmaktadır. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi, emredici normun korumak istediği hukuki değerin ihlali anlamını taşımakta ve dolayısıyla haksızlık oluşturmaktadır.
Gerçek ihmali suçlar, ihmali hareketin bizzat suç tipinde gösterildiği suçlardır. Bu suçlarda tipiklik, kanunda tarif edilen belli bir emredici normun gereğinin kasten yerine getirilmemesiyle gerçekleşir. “yardım veya bildirim yükümlülüğünün yerine getirilmemesi suçu” gerçek bir ihmali suçtur. Çünkü bu suçun kanuni tanımında cezalandırılan ihmali hareketin kendisi belirtilmiştir. Bu suçta kanun koyucu; yaşı, hastalığı veya yaralanması ya da başka bir nedenle kendini idare edemeyecek durumda olan bir kimseye hâl ve koşulların elverdiği ölçüde yardım edilmesini veya durumun ilgili makamlara bildirilmesini herkese bir görev olarak yüklemektedir. İşte bu hükümle normlaştırılan yardım yükümlülüğünün yerine getirilmemesi veya durumun yetkili makamlara bildirilmemesi cezalandırılan tipik hareketleri oluşturmaktadır. Gerçek ihmali suçlar sırf hareket suçları olup, failin kanun tarafından yapılması istenilen hareketi yapmamasıyla oluşurlar. Bu suçlarda, kişi bakımından sadece icrai harekette bulunma yükümlülüğünün ihlali söz konusudur. Bu nedenle, bu suçların oluşumu bakımından ayrıca bir neticenin meydana gelmesi zorunlu değildir. Eğer gerçek ihmali bir suçun cezalandırılabilirliği bakımından, bir tehlikenin veya zararın gerçekleşmesi aranmış ise, bunlar ihmali hareketle işlenen haksızlık tipinin dışında kalan objektif cezalandırılabilme şartları olarak değerlendirilmelidir.
Gerçek ihmali suçlar sırf hareket suçları olup, failin kanun tarafından yapılması istenilen hareketi yapmamasıyla oluşurlar. Bu suçlarda, kişi bakımından sadece icrai harekette bulunma yükümlülüğünün ihlali söz konusudur. Bu nedenle, bu suçların oluşumu bakımından ayrıca bir neticenin meydana gelmesi zorunlu değildir. Eğer gerçek ihmali bir suçun cezalandırılabilirliği bakımından, bir tehlikenin veya zararın gerçekleşmesi aranmış ise, bunlar ihmali hareketle işlenen haksızlık tipinin dışında kalan objektif cezalandırılabilme şartları olarak değerlendirilmelidir. Gerçek olmayan ihmali suçlar, tipe uygun bir neticenin gerçekleşmesinin engellenmemesi suretiyle işlenen suçlardır. Ancak bu suçun oluşumu için failin neticeyi önleme bakımından özel bir hukuki yükümlülük (garanti yükümlülüğü-garantörlük) altında bulunması gerekir.
Görünüşte ihmali suçlarda belli bir neticenin gerçekleşmesini önleme yükümlülüğü, ya kanundan ya öngelen tehlikeli hareketten ya da sözleşmeden kaynaklanır.
NETİCE: Netice, hareketin dış dünyada meydana getirdiği değişikliktir. Örneğin kasten öldürme suçunda, bir kişinin ölmüş olması neticeyi oluşturmaktadır. Bu suçun tamamlanabilmesi için ölüm olayının gerçekleşmesi gerekmektedir. Ceza kanunlarında tanımlanan suçların çoğu, icrai veya ihmali bir hareketin gerçekleştirilmesiyle tamamlanırlar. Tamamlanması için neticenin aranmadığı bu tür suçlara “sırf hareket suçları” denir. İntihara yönlendirme, konut dokunulmazlığını ihlal, hakaret, yalan tanıklık ve iftira gibi suçlar sırf hareket suçlarındandır.
Suçun tamamlanmış sayılabilmesi için kanuni tanımındaki fiilin icrasının yanı sıra dış dünyada hareketten ayrılabilen bir neticenin meydana gelmesinin arandığı suçlara “neticeli suçlar” denir. Örneğin kasten öldürme, taksirle öldürme, kasten yaralama, çocuk düşürtme, kısırlaştırma ve mala zarar verme suçları neticeli suçlardır. Neticeli suçlar, hareketin tipte düzenleniş şekli bakımından, genel olarak, serbest hareketli suçlardır.
NEDENSELLİK BAĞI VE OBJEKTİF İSNADİYET: Hareket ile netice arasındaki sebep sonuç ilişkisini ifade eden nedensellik bağı oluşturur. Hareketle netice arasında nedensellik bağı yoksa o netice faile yüklenemez. Nedensellik bağı, neticeli suçlarda, suçun kanunda tanımlanmayan unsurları arasında yer almaktadır. Örneğin taksirle öldürme ve kasten yaralama suçunda netice sebebiyle ağırlaşmış yaralama hâllerinde kişinin cezalandırılacağına yer verilmiştir.
Nedensellik bağı, her neticeli suçta mutlaka bulunması gereken doğal bir olaydır. Neticeyi meydana getiren tüm şartlar eşit değerdedir ve aralarında önemli, önemsiz, uzak, yakın gibi ayrımlar yapılamaz. Objektif isnadiyet, normatif bir karara dayanır. Buna göre, ceza hukuku bakımından sadece sebep-sonuç ilişkisi yeterli değildir. Ayrıca bir neticenin faile insan olma özelliğinden kaynaklanan kabiliyet durumuna göre kendi eseri olarak yüklenebilmesi de gerekir. Örneğin fail, yaralamak maksadıyla hasmına ateş eder ve onu yaralar. Mağdur aşırı kan kaybeder ve kendisine kan verilmek istenir. Yahova şahidi olan mağdur, inancı gereği kan almayı reddeder ve aşırı kan kaybına bağlı olarak hayatını kaybeder. Bu olayda, failin mağduru yaralamış olması, mağdurun ölümü bakımından nedensel olmasına rağmen, bu ölüm neticesi doğrudan doğruya fiilinin eseri olarak nitelendirilemeyeceği için faile isnat edilemeyecektir. Görüldüğü üzere objektif isnadiyet ölçütü, sorumluluğu doğrudan doğruya neticeye sebebiyet veren hareketlerle sınırlandırmaktadır.
FAİL: Suçun kanuni tanımındaki fiili gerçekleştiren, bu fiil üzerinde hâkimiyet kuran, kanuni tanıma uygun haksızlığı gerçekleştiren kişidir. Her suçun mutlaka bir faili vardır. Faili olmayan bir suç tanımı olamaz. Ceza hukukunda tüzel kişiler suç faili olamaz. Fiil yeteneğine sahip olan her gerçek kişi tarafından işlenebilen suçlara “genel suçlar” denilmektedir. Örneğin kasten yaralama, yağma gibi. Kanuni tanımında belli özelliğe sahip olanların fail olabileceği belirtilen bu tür suçlara “özgü suçlar” denilmektedir. Bu tür suçlar ancak özel faillik vasfını taşıyanlar tarafından işlenebilmektedir. Örneğin güveni kötüye kullanma suçu, aralarındaki hukuki ilişkiden kaynaklanan güvene dayalı olarak belli bir şekilde tasarrufta bulunması için bir malın zilyetliği kendisine teslim edilen kişi tarafından işlenebilir. Görevi kötüye kullanma, kamu görevlisi tarafından işlenebilecek bir suç olma özelliği taşımaktadır. Bir suç sadece özel faillik vasfını taşıyanlar tarafından işlenebilen bir özellik gösteriyorsa gerçek özgü suçtur. Buna karşılık, bir suç herkes tarafından işlenebilmekle birlikte, bunun nitelikli şekli özel faillik vasfını taşıyanlar tarafından işlenebiliyorsa görünüşte özgü suç söz konusudur. Örneğin işkence ve irtikâp sadece kamu görevlileri tarafından işlenebilen, kamu görevlisi olmayanların fail olmasının mümkün olmadığı “gerçek özgü suçu” oluştururken; herkes tarafından işlenebilen özel verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçunun kamu görevlisi tarafından ve görevinin verdiği yetki kötüye kullanılmak suretiyle işlenmesi hâli ise “görünüşte özgü suçu” oluşturmaktadır. Gerçek özgü suçlara, özel faillik vasfını taşımayan kişilerin “fail” olarak katılması mümkün değildir. Gerçek özgü suçlarda özel faillik vasfını taşımayanlar bu suçun işlenişine ancak “şerik” olarak katılabilirler.
MAĞDUR: Her suçun mutlaka bir mağduru vardır, mağduru bulunmayan bir suç olamaz. “işlenen fiil nedeniyle haksızlığa uğramış kişi” yi ifade eder.
Örneğin yağma suçunun mağduru, tehdit veya cebir yoluyla alınan eşyanın sahibi veya zilyedidir. Hakaret suçunun mağduru, şerefine, onuruna ve saygınlığına saldırıda bulunulan kişidir. Fail gibi mağdur da ancak gerçek kişiler olabilir. İnsan dışında, aile, devlet, tüzel kişi, kişi toplulukları, devletler topluluğu gibi kurum ve organlar, “suçtan zarar gören” olabilirse de suçun mağduru olamazlar. Örneğin ihaleye fesat karıştırma suçunun mağduru, toplumu oluşturan herkestir. Zira ihaleler, kamu kurum ve kuruluşları tarafından toplum adına yürütülen faaliyetlerle bağlantılı olarak gerçekleştirilen işlemlerdir. İhaleler, toplum için belli bir işin gördürülmesi veya belli bir alımın yapılması maksadıyla gerçekleştirilirler. İhaleye fesat karıştırılmakla aynı zamanda ihaleyi yapan kamu kurum veya kuruluşu açısından bir zarara sebebiyet verilmişse, bu kamu kurum veya kuruluş mağdur değil, suçtan zarar görendir. Faillik ve mağdurluk sıfatı aynı kişide birleşemeyeceğinden, bir kişi aynı suçun hem faili hem de mağduru olamaz.
SUÇUN KONUSU: Konusu olmayan bir suçun varlığından bahsetmek mümkün değildir. Örneğin kasten öldürme suçunun konusunu belli bir kişinin hayatı, kasten yaralama suçunun konusunu belli bir kişinin vücudu ve hakaret suçunun konusunu ise belli bir kişinin şerefi ve onuru oluşturur. Buna karşılık hırsızlık ve yağma suçunun konusunu taşınır bir mal, belgede sahtecilik suçunun konusunu ise sahteciliğe konu olan belge oluşturmaktadır. Suçun konusu ile suçla korunan hukuki değer, birbirinden farklı ve ilişkili olan kurumlardır. Suçların sınıflandırılmasında, suçun konusunun fiilden etkileniş derecesine göre, zarar suçları ve tehlike suçları şeklinde ikili bir ayrım yapılmaktadır. Suçun oluşumu bakımından, suçun konusuna zarar verilmesinin arandığı hâllerde zarar suçundan söz edilir. Burada bahsi geçen zarar veya değer kaybını, parasal bir ölçüme tabi tutulan kayıp biçiminde değil, genel anlamda, işlenen fiilin yol açtığı çıkar kaybı, olumsuz, kötü sonuç ve ziyan şeklinde anlamak gerekir. Örneğin öldürme, yaralama, mala zarar verme suçları bu anlamda birer zarar suçudurlar. Keza hırsızlık, yağma gibi suçlar da zarar suçudur. Çünkü bu suçların kanuni tanımında başkasına ait eşyanın faile geçmesi şeklinde bir zararın ortaya çıkması aranmaktadır. Suçun konusunu oluşturan eşyanın el değiştirmesi de başlı başına bir zarar olarak kabul edilmelidir. Tehlike suçlarında, hareketin yönelik olduğu konunun gerçekten zarara uğraması şart olmayıp, bu konunun objektif olarak zarara uğrama tehlikesi ile karşılaşmış olması, hareketin suçun konusu üzerinde zarar tehlikesini yaratabilme imkânının varlığı suç tipinin işlenmiş sayılması için yeterlidir. Soyut tehlike suçları, suçun kanuni tanımında yer alan hareketin işlenmesinin o suçun oluşması bakımından yeterli görüldüğü suç tiplerini ifade eder. Örneğin suç işlemeye tahrik, suç ve suçluyu övme, yalan tanıklık, yalan yere yemin ve suçu bildirmeme birer soyut tehlike suçudur. Somut tehlike suçlarına örnek olarak TCK’nın özel hükümlere ait ikinci kitabının topluma karşı suçları düzenleyen üçüncü kısmının özellikle birinci bölümünde düzenlenen suçlar gösterilebilir.
NİTELİKLİ HALLER: Kanunlarda öncelikle suçların temel şekli tanımlanır. Cezaya layık haksızlığın oluşması için varlığı zorunlu olan temel unsurları taşıyan suç tipi, o suçun temel şeklini oluşturur. Örneğin kasten öldürmenin temel şekli “bir insanın kasten öldürülmesiyle”, hırsızlığın temel şekli “zilyedinin rızası olmadan başkasına ait taşınır bir malın yarar sağlamak maksadıyla bulunduğu yerden alınmasıyla” oluşurlar. Örneğin fail başkasına ait taşınır malı yarar sağlamak maksadıyla almamışsa, bu fiilin elde bulunan eşyayı çekip almak suretiyle işlenmesi hırsızlığın nitelikli hâlini oluşturamaz. Çünkü suçun temel şekline ilişkin maksat unsuru gerçekleşmemiştir. Temel şekli gerçekleşmeyen bir suçun nitelikli hâlinden söz edilemez. Buna karşılık, bir suçun nitelikli hâlinin gerçekleşmemesi, o suçun temel şeklinin oluşmasına engel değildir. Suçun temel şekline ilişkin unsurlar oluşmadan nitelikli hâlinin gerçekleştiğinden bahsedilemez. Resmi belgede sahtecilik suçunun nitelikli şekli ancak bir kamu görevlisi tarafından işlenebilir. Örneğin kasten yaralamanın kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle işlenmesi kasten öldürmenin çocuğa ya da beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan bir kişiye işlenmesi, failin daha ağır cezalandırılmasına yol açmaktadır. Fiilin işlendiği yer ve zaman nitelikli hâl olarak kabul edilmiş olabilir. Örneğin yağma suçunun konut veya işyerinde işlenmiş olması hâlinde ceza artırılacaktır. Fiilin işleniş şekli nitelikli hâli oluşturabilir. Örneğin bazı suçların silahla; alenen veya basın ve yayın yolu ile; cebir veya tehdit kullanılarak işlenmesi suçun nitelikli hâlini oluşturmaktadır. Fiilin işlenişiyle güdülen amaç veya saik de suçun nitelikli unsuru olarak kabul edilebilir. Örneğin kasten öldürmenin “bir suçu gizlemek, delillerini ortadan kaldırmak veya işlenmesini kolaylaştırmak ya da yakalanmamak amacıyla” işlenmesi; kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunun “cinsel amaçla” işlenmesi, bu suçların daha ağır cezayı gerektiren nitelikli unsurunu oluşturmaktadır. Bazı suçlarda ise belli bir maksat veya saikle hareket etmek suçun daha az cezayı gerektiren nitelikli şekli olarak kabul edilmiştir. Örneğin hırsızlık, yağma ve dolandırıcılık suçlarının“ bir hukuki ilişkiye dayanan alacağı tahsil amacıyla işlenmesi” bu suçların temel şekline göre daha az cezayı gerektirmektedir.
3.ÜNİTE
TİPİKLİĞİN MANEVİ UNSURLARI: Kişi ile gerçekleştirdiği davranış arasında manevi bir bağ yoksa bu davranış fiil niteliği taşımaz ve dolayısıyla bir suçun varlığından söz edilemez. Bu nedenle failin, tipik haksızlık unsurlarının tümü bakımından kasten veya taksirle hareket ettiği belirlenmelidir. Tipikliğin manevi unsuru, kişi ile işlediği fiil arasındaki manevi bağı ifade eder. “suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır”. Bu nedenle ancak kasten işlenen fiiller cezalandırılabilir, açıkça ve ayrıca belirtilmedikçe taksirli hareketler cezalandırılmaz. Dolayısıyla kural olarak kast, istisnai olarak da taksir manevi unsurun temel iki şeklini oluşturmaktadır. Suçlar kural olarak kasten, kanunda açıkça gösterilen istisnai hâllerde ise taksirle işlenirler. Şantaj ve hırsızlık suçunda varlığı aranan “kendisine veya başkasına yarar sağlamak maksadı” tipikliğin diğer sübjektif unsurlarındandır. Buna karşılık, kasten öldürmenin kan gütme veya töre saiki özel bir saikle hareket etmeye örnek teşkil etmektedir. Kast ve taksir, zorunlu olarak, bir kişiye karşı işlenen fiilde birlikte bulunmaz. Örneğin fail, mağdurun kafasına demir çubukla sert bir şekilde vurarak onu öldürse, ya kasten (olası) ya da taksirle (bilinçli) öldürme suçunu işlemiş olur. Dolayısıyla bu olayda failin hem kasten hem taksirle bu suçu işlediğini söylemek mümkün değildir. Örneğin failin hasmını öldürmek için attığı merminin sekerek oradan geçmekte olan bir başkasını yaralaması hâlinde, hasmına karşı kasten öldürme (teşebbüs hâlinde), diğer kişiye karşı ise taksirle yaralama suçunu işlemiş olur.
KAST: Bir kusurluluk şekli değil, haksızlık teşkil eden fiilin bir işleniş biçiminden ibarettir. Kast, kusurun bir unsuru veya türü değildir. Örneğin kış günü ava çıkan bir kişinin, dağda tipiye yakalanması üzerine donmaktan kurtulmak için bir dağ evinin kapısını kırarak içeriye girmesi olayında, bu kişi bir başkasına ait bir eve girdiğini, eve girmek için kapıyı kırarak mala zarar verdiğini bilmektedir. Kısacası konut dokunulmazlığını ihlal ve mala zarar verme bakımından kasten hareket etmekte, ayrıca bu fiilinin hukuka aykırı olduğunu da bilmektedir. Dolayısıyla bu olay çerçevesinde haksızlığın unsurları gerçekleşmektedir. Ancak failin böyle bir fiili işlemeye yönelik iradesinin oluşum şartlarının (zorunluluk hâli nedeniyle) kınanması mümkün olmadığı için onu kusurlu saymak mümkün değildir. Şu hâlde zorunluluk hâlinde işlenen fiil kasten işlenen haksızlığı oluşturmakla birlikte, kusuru olmaması nedeniyle faili cezalandırılmamaktadır. Kusurun yokluğu, fiilin hukuka aykırılığını değil, sadece failin cezalandırılmasını engellemektedir (kusursuz ceza olmaz). Örneğimizde, dağda donma tehlikesi geçiren kişinin donmaktan kurtulmak için dağ evine verdiği zararı tazminle yükümlü olmasını izah etmek kolaylıkla mümkün olmaktadır. Kusur, suç teşkil eden fiilin bir unsuru değildir. Kusur, işlediği hukuka aykırı fiil, yani haksızlık nedeniyle fail hakkında bulunulan kınama yargısıdır. Bir başka deyişle kusur, işlediği fiilden dolayı failin kişilik olarak kınanıp kınanamayacağı ile ilgilidir.
* KASTIN TANIMI VE UNSURLARI: “Suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir”. Kastın bilme ve isteme olmak üzere birlikte gerçekleşmesi gereken iki kurucu unsuru vardır. Kastın isteme unsuru, bir hususu (neticeyi) elde etmeyi, bir gayeye ulaşmayı değil bir suç tipini gerçekleştirmeye yönelik kararlı iradeye karşılık gelmektedir.
* KASTIN KAPSAMI: “suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi. Suçun kanuni tanımındaki unsurlardan maksat, fiilin haksızlık tipini oluşturan tüm unsurlardır. Neticeli bir suç söz konusu olduğunda fail, işlemiş olduğu fiille suçun kanuni tanımında yer verilen neticenin gerçekleşeceğini veya gerçekleşebileceğini bilmelidir. Keza fail, fiili ile netice arasında nedensellik bağının bulunduğunu da genel hatlarıyla bilmelidir. Dolayısıyla kast, suçun yazılı olmayan unsurlarını (nedensellik bağını) da kapsar. Fail böylece, fiiliyle tipikliğin gerçekleşmesi tehlikesini veya rizikosunu, netice suçlarında suçun konusunun zarar görme rizikosuna neden olduğunu da bilmelidir. Ancak nedensellik bağındaki önemsiz sapmaların kastı kaldırmayacağı kabul edilmektedir. (Aldığı eşyanın başkasına ait olduğunu bilmeyen kimsede hırsızlık kastı, girdiği konutun başkasına ait olduğunu bilmeyen kimsede konut dokunulmazlığını ihlal kastı, bayrak olduğunu bilmeden bayrağı çiğneyen kimsede bayrağa hakaret kastı bulunmamaktadır.) Kanunlarda düzenlenen suçlarda bilinmesi gereken bu unsurlar; fiil, suçun konusu ve fiilin neticesi olarak göze çarpmaktadır. Ayrıca fail, gerek kendisinin gerek mağdurun niteliğine ilişkin olarak suçun kanuni tanımında belirtilen hususları bilmelidir. Bilinmesi gereken unsurları, suçun temel veya nitelikli şekline ilişkin olabilir. Örneğin fail veya mağdurun kamu görevlisi olması, mağdurun üstsoy veya altsoydan biri olması, mağdurun bir çocuk olması, mağdurun gebe bir kadın olması, fiilin belli bir yerde, zamanda veya belli bir araçla işlenmesi, “aynı işyeri” “gece vakti” gibi hususların da failce bilinmesi gerekir. Bir suçun kanuni tanımında (geniş anlamda tipiklikte) açıkça yer alsa bile, doğrudan tipiklik kapsamında yer almayan unsurlar kastın konusunu oluşturmazlar. Örneğin objektif cezalandırılabilme şartlarının arandığı suçlarda, bu şartın gerçekleştiğinin bilinip bilinmemesi, kastın varlığı açısından önem taşımamaktadır. Çünkü bu şartların gerçekleşip gerçekleşmemesinin işlenen fiilin haksızlık muhtevası üzerinde herhangi bir etkisi bulunmamaktadır. Örneğin görevi kötüye kullanma suçundan dolayı kamu görevlisinin cezalandırılabilmesi için, görevinin gereklerine aykırı davranmak suretiyle “kamunun zararına” veya “kişilerin mağduriyetine” ya da “üçüncü kişilerin haksız bir kazanç” sağlamasına neden olması gerekmektedir. Bu olgunun objektif olarak gerçekleşmesi failin cezalandırılabilirliği bakımından yeterli olup, ayrıca bunun fail tarafından bilinip bilinmemesi aranmaz. * KASTIN ARANACAĞI ZAMAN: Bu unsurlar fiilin icraya başlandığı andan itibaren gerçekleştirilebilirler. Bu nedenle, suçun icra hareketlerinin gerçekleştirildiği sırada kastın bulunması gerekir. Failin kastı, tipikliğin unsurlarını gerçekleştiren hareketle birlikte bulunmalıdır. Örneğin öldürme kastı fail tarafından seçilen öldürme hareketi (ateş etme, zehirleme) ile birlikte (eş zamanlı) mevcut olmalıdır. Buna göre, fiilin icrasına başlamadan önceki kast ile fiilin icrasından sonraki kast önemli değildir. Hazırlık hareketleri aşamasında mevcut olan kast, icra hareketlerine başlanmadığı sürece tek başına failin cezalandırılması için yeterli değildir. Keza sonradan eklenen kast da ceza hukuku anlamında bir kast değildir. Örneğin konuta sahibinin rızasıyla giren şahıs çıkmamaya karar verdiği, kendinden talep edildiği hâlde konuttan çıkmadığı andan itibaren fiil kasten işlenmeye başlamış olmaktadır. Bazen belli bir fiilin icrası sırasında kast yeni bir kararla başka bir suçun icrasına yönelebilir. Örneğin yaralamaya yönelik olan kast, fiilin icrasına başlandıktan sonra öldürmeye dönüşebilir. Bu gibi hâllerde eklenen bir kast değil, yeni bir kastla işlenen başka bir suç söz konudur.
* KASTIN TÜRLERİ: Kanunda açıkça ancak doğrudan kastla işlenebileceği belirtilmedikçe suçlar, hem doğrudan kastla hem de olası kastla işlenebilirler. Eğer bir suçun kanuni tarifinde “bilerek”, “bildiği hâlde”, “bilmesine rağmen”, “öğrenmesine rağmen” ve “karşılaşmasına rağmen” gibi ibarelere yer verilmişse, bu suçlar özel bir bilgiyle hareket edilmesini gerektirdiğinden ancak doğrudan kastla işlenebilirler. Buna karşılık, kanuni tarifinde bu tür ibarelerin geçmediği suçlar, doğrudan kastla işlenebileceği gibi olası kastla da işlenebilir. Kanuni tanımlarına göre özel bir bilgiyle hareket edilmesini gerektiren suçlar, ancak doğrudan kastla işlenebilir.
=>DOĞRUDAN KAST: Failin, suçun bütün maddi unsurları hakkındaki bilgisi tamdır, kesindir. Bir suç işlemeye karar veren failin bu suçun kanuni tanımındaki maddi unsurları mevcut olduğunu, bu unsurların fiilin icrası sırasında gerçekleşeceğini ve özellikle suç tipinde aranan neticenin meydana geleceğini kesin olarak bildiği hâllerde doğrudan kast söz konusudur. Failin, hareketiyle hedeflediği doğrudan neticelerin yanı sıra, hareketinin zorunlu neticesi ya da kaçınılamaz yan neticesi olarak öngördüğü ve iradi olarak kabul ettiği her şey, bunları istemese dahi doğrudan kastın kapsamındadır. Belli bir neticenin gerçekleştirilmesine yönelik olarak icra edilen fiilin günlük hayat tecrübelerimize göre diğer bazı neticeleri de meydana getireceği muhakkak ise failin bu neticeler bakımından doğrudan kastla hareket ettiği kabul edilmektedir. Yan neticeler failin hedeflediği hususlar olmadığı için fiilin belli bir amaca yönelik olarak işlenmesi doğrudan kastın bir unsuru değildir. Örneğin A’nın B’yi öldürmek için silahla ateş etmek üzere olduğunu gören C, A’nın ateş etmesini engellemek için B’nin önüne geçerek siper olur. A, buna rağmen silahını ateşler ve B ile birlikte C’yi de öldürür. Bu olayda A, B’nin önüne geçip ona siper olan C’yi zorunlu olarak öldürebileceğini veya yaralayabileceğini düşünmüş ve öngörmüştür. C’nin öleceği veya yaralanacağı hususundaki öngörme yalnızca bir imkân veya ihtimal öngörmesi değil, bir kesinlik öngörmesi şeklini almıştır. Dolayısıyla fail, C’yi doğrudan kastla öldürmüştür. Aynı şekilde hasmının özel uçağına, uçak havadayken patlamak üzere zaman ayarlı bomba yerleştiren A, bombanın uçak havadayken patlaması hâlinde hasmıyla birlikte uçak mürettebatının da öleceğini bilir. Uçak mürettebatının ölümü, gerçekleştirmek istediği (asıl amacı oluşturan) neticeye bağlı ve ondan ayrılması mümkün olmayan sonuçlardır ve fail bu zorunlu neticeler bakımından da doğrudan kastla hareket etmiştir.
=>OLASI KAST: Doğrudan kasttaki bilmeye ve istemeye karşılık gelen unsurların bulunması gerekir. Tipikliğin gerçekleşmesinin muhtemel olarak öngörülmesi olası kastın bilme unsurunu; fiilin sebebiyet verebileceği neticenin gerçekleşmesinin kabullenilmesi veya kayıtsız kalınması ya da katlanılması ise isteme unsurunu oluşturmaktadır. Olası kastta fail tipikliği gerçekleştirecek somut bir tehlikenin varlığının bilincinde olduğu gibi, bu tehlike onun tarafından ciddiye de alınmaktadır. Ancak fail bakımından asıl amaç o kadar önemlidir ki, buna ulaşmak için muhtemel neticelerin gerçekleşmesi göze alınmaktadır. ***Olası kasta ilişkin izahlarda kabullenme unsurunun mutlaka dikkate alınması gerekmektedir.
Örneğin A, hasmı B’yi öldürmeyi düşünmektedir. Bunun için gerekli hazırlıkları yapmış ve onu öldürebilmek için yanına silahını almıştır. A, hasmı B ile karşılaştığında, onun C ve D ile yanyana yürüdüğünü görmesine ve en ufak bir aksilikte C ve D’den birinin isabet alabileceğini ve yaralanabileceğini düşünmesine rağmen, ateş etmekten geri kalmamış, nitekim iyi atış yapamaması nedeniyle hasmı B’yi değil yanındaki C’yi vurmuştur. C hayati tehlike geçirecek şekilde yaralanmış, ancak ölmemiştir. İşte bu gibi hâllerde, A’nın hasmı B’ye yönelik olarak doğrudan kastla, yaralanan C bakımından ise olası kastla hareket ettiği kabul edilmektedir. Aynı şekilde, bir parktaki çöp bidonuna geceden gündüz patlamak üzere zaman ayarlı ses bombası yerleştiren bir eylemci, bombanın patlatılacağı zaman diliminde parkta çöp bidonunun yakınlarında birilerinin olabileceğini öngörür. Buna rağmen bombayı patlatmaktan geri kalmaz. Neticede patlama sonucunda, yakındaki birkaç kişi, isabet eden parçalar nedeniyle yaralanır veya ölür. İşte bu ihtimalde de fail, kasten yaralama ve kasten öldürme bakımından olası kastla hareket etmiştir.
OLASI KASTIN SONUÇLARI: TCK, olası kastla işlenen suçun haksızlık içeriğinin doğrudan kastla işlenene göre daha az olduğunu kabul etmiş ve olası kast hâlinde cezada indirim öngörmüştür. Bu nedenle, somut olayda failin kastının doğrudan mı, yoksa olası mı olduğunun belirlenmesi önemlidir. Olası kast hâlinde cezada yapılacak indirim “ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda müebbet hapis cezasına, müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıldan yirmi beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur; diğer suçlarda ise temel ceza üçte birden yarısına kadar indirilir.” şeklinde gösterilmiştir. Olası kastla işlenen suçlara teşebbüs mümkün değildir. Olası kastla işlenen suçlarda, “olası kast netice ile belirlenir” kuralından hareket edilmektedir.
TAKSİR: Bir kimsenin dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranmak suretiyle istemediği ve fakat öngörülebilir bir neticeyi gerçekleştirmesi olarak tarif edilmektedir. Buna göre, objektif olarak ön görülen özen yükümlülüğünün ihlali suretiyle işlenebilen suçlar taksirlidir. Taksirin cezalandırılmasının nedeni, toplumun fertlere yüklediği dikkat ve özen yükümlülüğünün ihlal edilmesidir. Taksirli suçlar, kasten işlenen suçlarla birlikte, ceza hukukunda ikinci büyük suç grubunu oluşturmaktadır. Ancak, daha önce de belirtildiği üzere, suçlar kural olarak kasten işlenmekte, taksirle işlenen fiillerin kanunda suç olarak tanımlanması ise istisna teşkil etmektedir. “Taksirle işlenen fiiller, kanunun açıkça belirttiği hâllerde cezalandırılır” şeklinde ifade edilmiştir. Buna göre taksirle işlenen bir fiilin cezalandırılabilmesi için suça ilişkin kanuni tanımda bunun açıkça belirtilmesi gerekir.
***Bir suçun kanuni tanımındaki unsurları bilerek ve isteyerek gerçekleştiren kişi kasten hareket etmiştir. Buna karşılık, bir fiili özen yükümlülüğünün ihlali suretiyle gerçekleştiren
|