Nazım Şekilleri Ders Notları |
Yazar: YüksekDağlar - 21.09.2018, Saat:01:34 - Forum: Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
- Yorum Yok
|
|
YENİ TÜRK EDEBİYATINDA NAZIM ŞEKİLLERİ
Nazım Şekli: Mısraların sayısına öbeklenişine ve kafiyelerin düzenine göre şiire yerleştirilmesine o şiirin nazım şekli denir. Mısra: Dizilmiş sıralanmış düzenlenmiş demektir.
ü Arapçada kapı kanatlarından her birine mısra denir.
ü Nazımın her bir Satırına mısra denir.
ü Mısra bir nazım birimidir ve manzum metnin en küçük parçasıdır.
ü Mısra nesirdeki cümlenin karşılığıdır.
ü Mısraların kümeleniş şekline mısra düzeni, kafiyelerinin sıralanış tarzına kafiye örgüsü, mısra düzeni ve kafiye örgüsüne göre aldığı şekle de nazım şekli denir.
ü Türk şiirinin nazım şekilleri genellikle dörtlüktür.
GELENEKSEL YERLİ NAZIM ŞEKİLLERİ
1) Halk Şiirinden Alınan Nazım Şekilleri: Eğitimli/kentli şairler, Koşma Semai Mani gibi halk şairi nazım şekillerine yer vermişlerdir.
2) Divan Şiirinden Alınan Nazım Şekilleri: Behçet Necatigil, Atilla İlhan, Turgut Uyar, Ziya Osman Saba, Mehmet Çınarlı, Şahin Uçar, Nezir Akalın gibi şairler kimi şiirlerinde Gazel kaside mesnevi murabba mehammes rubai kullanmışlardır.
YABANCI EDEBİİYATLARDAN ALINAN NAZIM ŞEKİLLERİ
Tanzimattan itibaren batılılaşma hareketiyle birlikte Türk şairleri batıdan bazı nazım şekilleri almış ve bazılarını da değişiklikler yaparak kullanmışlardır. Bunlar;
1) İkilikler: Düz kafiyeli nazım şekli; Couplet Eşleme Yeni Mesnevi
ü Fransız edebiyatından alınmıştır
ü Klasik Türk şiirindeki mesneviye benzer. Ancak farklı olarak her beyit kendi içinde anlam bütünlüğüne sahip değildir.
ü Beyitler anlam bakımından birbirine bağlıdır.
ü Aruzun her kalıbı ve hece vezinlerine yer verilebilir.
ü Mesneviden kısa olabilir.
ü Kafiye düzeni: aa bb cc dd….
2) Üçlükler: 3 mısralı bentlerden oluşur.
ü Tanzimat dönemimde uygulanmaya başlandı.
ü Abdulhak Hamit in Zühre-i Hindi, Rakkase gibi şiirlerinden sonra yaygınlaşmıştır.
ü Vilanel: Daha önceden köy türkülerine bu ad veriliyordu.
§ Ancak Fransa da 16. yy dan sonra nazım şeklini aldı.
§ Bent Sayısı 4, 6, 8 dir.
§ Biri açık biri kapalı kafiye kullanılır.
ü Terza Rima: Örüşük kafiye denir.
§ 3 lü mısradan ve sonda bağımsız bir mısradan meydana gelir.
§ Bent sayısı sınırlı değildir.
§ Kafiye düzeni: aba, bcb, cdc, ded, efe, f.
§ İlk kez İtalyan edebiyatında Dante kullanmıştır.
§ Fransızlar 16. yy kullanmaya başlaöışlar
§ Türk Edebiyatında ise Serveti Fünün ve Fecri Ati şairleri tarafından kullanıldı.
ü Terner: Aynı cinsten kafiyeli bentlere denir.
§ Hece sayısı sınırlı değildir.
§ Kafiye düzeni: aaa kkk aaa kkk dir.
§ Edip Ayel in Yalova şiiri örnek gösterilebilir.
3) Dörtlükler: 4 er mısralık bentlerden oluşur.
ü Çapraz Kafiyeli Nazım Şekli: Çapraz kafiye.
§ Bent sayısı sınırlı değildir.
§ Her konuyu işlemeye elverişlidir.
§ Kafiye düzeni: abab cdcd efef tir
ü Yarı Çapraz Kafiyeli Nazım Şekli: Her bendin 1. 3 mısraları serbest 2. 4 mısraları da kendi aralarında kafiyelidir.
§ Kafiye düzeni: xaxa xbxb xcxc
ü Sarma Kafiyeli Nazım Şekli: Rime embrassee.
§ Bent sayısı sınırlı değildir.
§ Her türlü konuyu işler.
§ Kafiye düzeni: abba, cddc, effe
§ Yeni Türk edebiyatında muhtemelen ilk olarak 1881 de Abdulhak Hamit ‘bir safilin tesellisi’ adlı şiirinde kullanmıştır.
ü Pontun: Çift olması gereken dörtlüklerle yazılır.
§ Bent sayısı sınırsızdır.
§ İlk dörtlüğün ilk mısranın son dörtlüğün son mısrası olarak tekrarlanması zorunluluğudur.
§ 1. beyitin özel 2. beyitin nesnel ve tasviri olması lazım
§ 1. dörtlük biri açık biri kapalı çapraz kafiye çapraz kafiye olmalıdır.
§ Kafiye düzeni: abab, bcbc, cdcd, dada,
§ Malezyaya ait bir nazım şeklidir.
ü Rondel: 4+4+5: 13 Mısralık 3 bentten oluşan nazım şeklidir.
§ Fransız edebiyatında 14. yy beri kullanılan Rondel i bizde Edip Ayel, Özdemir ince gibi şairler kullandılar.
§ 13 mısra içinde 2 cins kafiye kullanılır.
ü Rime- Plat: Bizde fazla kullanılmamıştır.
§ 4 er mısralı bentlerden oluşur
§ Bent sayısı sınırlı değildir.
§ Kafiye Düzeni: aabb ccdd eeff
§ Bize Fransız şiirinden gelmiştir.
4) Sekizlikler:
ü Oktava Rima: Sekiz mısralık bentlerden oluşur.
§ İtalyan edebiyatında doğmuştur.
§ Kafiye düzeni: abababcc
ü Triyole: 3 leme denir.
§ Sekizer mısralık bir veya birden fazla bentten meydana gelir.
§ Kafiye düzeni: abaaabab
§ Türk Edebiyatında fazla kullanılmamıştır
MISRA SAYISI FARKLI BENTLERDEN OLUŞAN NAZIM ŞEKİLLERİ
ü Sone: Kurgusu simetriktir.
§ 2 dörtlük ve 2 üçlükten oluşan 4 bent ve 14 mısralık nazım şeklidir.
§ Her sone de 5 cins kafiye vardır
§ Heksametron adı verilen bir vezinle yazılır.
§ Kaynağı tartışılan bir nazım şeklidir.
§ İtalyan Edebiyatında Dante Petrarque, Le Tasse En güzel örneklerini vermişlerdir.
§ Türk Şiirinde Soneyi Kullanan Süleyman Nesip tir.
§ Soneyi bütün Özellikleriyle kullanan Edip Ayel dir.
ü Rondo: Rondeau.
§ 3 bent ve 15 mısradan oluşur
§ En güzel örneklerini Fransız şairleri vermiştir.
§ Türk şiirinde fazla kullanılmamıştır.
ü Balad: Ballade. Halk Şarkıları
§ Zor bir nazım şeklidir.
§ En belirgin özelliği mısra sayısının ilk mısradaki hece sayısıyla aynı olmasıdır.
§ Genellikle 8-10 hecelik mısra ile yazılır.
§ 4 betten oluşur.
§ 8 heceli balatlar: 8+8+8+4= 28 ababbcbc + bcbc
§ 10 heceli balatlar: 10+10+10+5=35 ababbccdcd + ccdcd
§ Türk Edebiyatında rağbet görmemiştir.
§ Edip Ayel Aruz vezni ile denemiştir.
ü İambos: Eski yunan nazım şeklidir.
§ Mısra sayıları sınırsızdır
§ Mısraları biri uzun biri kısadır
§ Eski yunan ve Fransız şairleri bunu siyasi ve sosyal konular için kullanılır.
§ Türkiye de sadece Edip Ayel Kullanmıştır
SERBEST NAZIM ŞEKİLLERİ
1) Eşit Düzenli Serbest Şekiller
2) Karışık Düzenli Serbest Şekiller
3) Serbest Müstezat
4) Tamamen Serbest Nazım
|
|
|
Yeni Türk Edebiyatı Besleyen Edebiyat ve Eleştiri Kuramları Ders Notları |
Yazar: YüksekDağlar - 21.09.2018, Saat:01:31 - Forum: Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
- Yorum Yok
|
|
YENİ TÜRK EDEBİYATINI BESLEYEN EDEBİYAT VE ELEŞTİRİ KURAMLARI
EDEBİYAT KURAMLARI, EDEBİYAT TARİHİ VE EDEBİYAT ELEŞTİRİSİ
Kuram: Belli bir gerçeklik alanının kavranabilir hale getirmek amacıyla yöntemli ve tutarlı bir biçimde ortaya konmuş düşüncelere denir.
Teori (kuram) kavramının karşıtı pratik (uygulama) sözlüğü ile ifade edilir. Edebiyat Kuramı: Edebiyat tanımından başlayarak, mahiyetini ilkelerini kategorilerini ölçütlerini, edebi değer ve yöntem sorunlarını amacının ve işlevinin ne olduğu, gerçekle toplumla ve insanla ilişkisinin niteliğini, Edebi eserin ortaya çıkış koşullarını açıklamaya çalışan bütüncül yaklaşımlara denir.
Aritoteles in Poetikası ilk kurumsal eser olarak kabul edilir.
Edebiyat kuramı teriminin yerine edebiyat teorisi, edebiyat nazariyatı terimleride kullaılmaktadır.
Edebiyat kuramı, terimi ile sıkı ilişki içerisinde olan edebiyat tarihi ve edebi eleştiridir. Kurumsal yaklaşımın iki temel işlevi bulunur.
1) Yazarın beslendiği dünya görüşünün eseri belirlenmesi
2) Eleştirmenin olguya yaklaşımının tutarlı, sistemli bir inceleme yöntemi üretmesi
Not: Bunlardan ilki edebiyatın sanat yönüyle, ikincisi bilim yönüyle ilgilenir.
Edebiyat kuramı ile eleştiri iç içe geçmiş iki alandır ve karşılıklı olarak birbirlerini besler. Edebiyat kuramının daha geniş kapsamlı olmasına karşılık eleştirici, genellikle yöntem üzerinde durduğu görülür.
EDEBİYATIN İŞLEVİ EDEBİYAT- GERÇEKLİK İLİŞKİSİ VE ESTETİK YARGI
Edebi eserin dilinin ‘doğru mu yanlış mı’ sorusunu sormaya uygun olmadığını belirten I.A. Richards, Edebiyatçıların amacının bilgi vermek değil, duygu uyandırmak olduğunu savunarak gerçek ile ilişkisinin kurulamayacağını savunur.
Edebi metin bir taklit ve yansıma olmadığı gibi tarihin toplumun nesnel bilgilerini içeren bir belge değildir.
Yansıtma kuralına bağlı sanatlar yazarın eserini yazarken topluma ve tabiata sadık kalması gerektiğini ileri sürerler.
Edebiyatın Gerçekle İlişkisi konusunda 3 Ayrı Görüş Bulunmaktadır.
1) Edebiyatın gerçekle ilişkisi olmadığını öne süren düşünürler onun öznel ve duygusal oluşunu savlarına dayanarak gösterirler.
2) Kimi düşünür ise edebiyat dilinin örtük ve sanatlı oluşunu onun gerçekle özel bir ilişkisi olarak yorumlar.
3) Edebiyatın insanı, tabiatı veya toplumu yansıttığı düşünürler ise edebi metnin kendi dışındaki bir gerçekle sıkı sıkıya bağlı olduğunu ileri sürerler.
EDEBİYAT KURAMLARI
Edebiyatın olgusunun merkezinde eser bulunur her eser bir sanatçı tarafından üretilir ve bir okur tarafından algılanir.
Yazar ve okur edebiyat alanının temel kavramlarıdır.
Edebiyat olgusu merkezinde yazar, eser ve okur üçgeninin bulunduğu tarih, toplum ve kültür çerçevesinde meydana gelir. Bütün bu öğeler karşılıklı etkileşim içindedir. Genellikle bir veya bir kaçı üzerine kurulur.
Edebiyat kuramlarını dışa dönük, yazar merkezli, okur merkezli,eser merkezli olmak
üzere 4 e ayrılır.
DIŞA DÖNÜK EDEBİYAT KURAMLARI
Yansıtma Kuramı:
En köklü sanat kuramlarının başında yansıtma kuramı gelir. Bu anlayışa göre doğa sanatın modelidir
Yansıtma kavramı ilk olarak Sokrates Platon ve Aristo nun felsefelerinde ortaya konuşmuştur.
Kavrama asıl önemini kazandıran Platon dur.
Sanat eseri, gerekse taklit ettiği dış dünya Platona göre duyular dünyasına aittir ve değişkendir.
Değişmez olan ise ancak düşünce ile kavranabilen idealar dünyasıdır.
Aristo yansıtma kuramını daha farklı biçimde ele alır. Eğer sanatçı hayatı birebir kopya etmeye kalkışsaydı, gereksiz bir çok ayrıntı içerisinde boğulup giderdi. Bunları aynen yansıtmak peşinde değildir. Tek bir insanı anlatırken insanlık durumunu anlatmaya çalışır.
Aristo ya göre; Sanat olanı değil, olabilir olanı, mümkünü anlatır.
Sanatın ahlak bakımından zararlı olduğunu düşünen Platon un aksine Aristo tregedyalar üzerinden katharsis kavramını ortaya atarak sanatın insanın duygularını olumlu yönde etkilediğini, yararlı olduğunu ileri sürer.
Platon sanatsal taklidi kopyanın kopyası olarak niteleyip insanı gerçeklikten uzaklaştırdığı için olumsuzlarken Aristo sanat eserinin mümkün olanı taklit ettiği için geneli yansıttığı ve insan duygularını arındırdığı için eğitici bir işlev gördüğü görüşünü ileri sürer.
Aristo ya Göre;
Sanat, dış dünyada var olan görüntüleri yansıtır. Sanat, geneli ve özü yansıtır.
Sanat ideal olanı yansıtır.
Neoklasikler; Aristo’nun yansıtma kuramını yeniden yorumlayarak sanatın ‘genel tabiatın yansıtılması’ ve ‘idealleştirilmiş tabiatın yansıtılması’ şeklinde iki temek kuram geliştirmişlerdir. 18. yy da etkisini sürdürmüştür.
Romantizme tepki olarak doğmuştur.
Stendhal cadde üzerinde gezdirilen bir ayna olarak tarif etmiştir.
Dış dünyayı tarafsız bir gözle, bir bilim adamının tavrıyla yansıtma anlayışında kaynaklanan Balzac, Flaubert, Zola temsilcileriyle güçlenen akıma Gözlemci Gerçekçilik denir.
Olup biteni aynen yansıtmak yerine toplumsal olaylar karşısında yargılayıcı bir tutum takınmasını savunan bir gerçekçi anlayış ise Eleştirel Gerçekçilik tir.
Üçüncü grubu ise Toplumcu Gerçekçilik temsil eder ve tarihsel maddeci kurama bağlanır.
Marksist Estetik Kuramı
Toplumcu gerçekçilik, yansıtma kuramının Marksist yorumuna dayanır.
Marksist estetiğe göre sanat eseri ‘özel bir gerçekçiliği’ yansıtma biçimidir. Marksistlere göre sanat bir yansımadır, gerçekçiliğin taklididir.
Marksist estetiğin gerçeklikten algıladığı şey doğal kendiliğinden, önceden hazır bulunan gerçeklik değil, insan tarafından değer yüklenmiş bir nesnedir.
Onlara göre biricik gerçeklik insan gerçeğidir.
Yazarın görevi tarihsel güçleri, toplumun iç yapısını ve dinamiğini kavramaktır. Sanat ve ekonomik bağ arasında sıkı bir bağ vardır.
Marksist estetik kuramı maddeci-tarihsel diyaletik anlayışının sanata ve edebiyata uygulamasıdır.
Determinizm ( Gerekircilik)
Sosyolojik eleştiri olarak da adlandırılır
Edebiyat eserinin üretildiği toplum cevre ve dönem etkenlerinin önemini vurgular. Önemli temsilcileri Fransada ortaya çıkan Mme de Stael, Sainte Beuve, Taine dir. Bu anlayışı ilk kez Taine yazdığı İngiliz edebiyatı tarihi adlı eserinde uygulamıştır. Taine, Pozitivist anlayışı edebiyata uygular
Taine, Edebiyat tarihinin ‘ırk çevre ve zaman’ etkenleri göz önüne alınarak incelenebileceğini ileri sürer.
Bu anlayış Edebiyat araştırmalarında tarihçi yaklaşımları temellendirdiği ve hızlandırdığı gibi, eleştiride bilimsellik tartışmalarında başlatmıştır.
Tarihçi Eleştiri
Gustave Lanson tarih metodu yoluyla edebiyat araştırmaları yapmıştır
Edebiyat araştırmacısının yapması gereken birisi yayımlanmamış yada yayımlanıp unutulmuş edebiyat metinlerini, eksik kusurlu olup olmamasına bakmaksızın gün yüzüne çıkarmaktır.
Akademik çalışmaların önemli bir kısmını edebiyat tarihi çalışmaları alır. Bu çalışmalar metnin doğru bir biçimde gün yüzüne çıkarmasını sağlamaktan başlayarak yazar ve çevresi ile ilgili bilgilerin toplanması dönemlerin edebiyatı etkileyen olayların değerlendirilmesi ve nihayet edebiyat tarihinin bütüncül bir biçimde belirlenmesini amaçlar.
Fransa da ‘üniversite eleştirisi’ Türkiye de Fuat Köprülü temsil eder.
Arketip Eleştirisi
Arketip, ‘ ilk örnek, ana model anlamına gelir.
Tung arketiplerin insan soyunun ortak bilinç dışını oluşturduğu görüşünü ileri sürer. Tung a göre edebiyatta karşılaşılan bir çok tema da insan ırkının kuşaktan kuşağa
aktarılabilen, ortak duygu ve isteklerin değişikliğe uğramış biçimleridir.
Son yüzyılın düşünürlerinden E. Cassier, M Eliade mitlerle ilgili çalışmalarıyla bu anlayışa katkıda bulunmuşlardır.
NOT: Buraya kadar ele aldığımız kuramların ortak noktası eserlerin kendisinin dışında bir takım gerçeklerin yansıması olduğu görüşüdür.
Recaizade Mahmut Ekrem güzelliğin kaynağını insan ve tabiatta gören anlayışı eski ile yeni edebiyat arasındaki en büyük farklardan birini oluşturur.
Mutlak güzelliğin yere ve zamana göre değişen yansımalarını anlatmaya çalışan bir anlayışa geçmiş oldu.
Türk edebiyatı yenileşme döneminde dikkatini dış dünyaya tabiata topluma ve insana yöneltmiştir.
YAZAR MERKEZLİ KURAMLAR
Anlatımcılık (Eksprosyonem)
Sanatın niteliğini anlatmaya çalışır.
‘Duygu’ anlatımcılığın anahtar kavramıdır. Sanatçı insanlardan farklı düşünceye ayrılır.
Anlatımcılık kuramı iki farklı düşünceye ayrılır.
1) Croce, Collindwood adlı filozoflara göre sanatın özü, yaratma eylemindedir. Yaratma ise duyguların anlatımından ibarettir. Sanatçı eseri yazarken duyguyu keşfeder. Duygu eserden önce yoktur, biriciktir. Her gerçek sanat eseri tektir.
2) Tolstoy sanatın bir duyguyu aktarabilme eylemi olduğu görüşünü ileri sürer.
Anlatımcılık 20. yy başlarında özellikle Alman sanatçıların oluşturduğu iki toplulukla Türkçe de dışavurumculuk terimiyle sanat akımının adı olmuştur. Romantizmin devamı olarak kabul edilir.
Temsilcileri: Trakl, Benn, Döblin, Mann dır. Kısa zamanda Soyut sanata dönüşmüştür.
Psikolojik Eleştiri
Gerek anlatımcılık gerekse psikolojik eleştiri yazara büyük önem veren kuramlardır. Bu kuramlar edebiyatta yazarın anlaşılmasının önemini vurgulamaktadır.
Bu eleştiri yöntemini ortaya ilk atan Saint Beuve olmakla birlikte asıl yükselişini Sigmund Freud’un psikanalizi edebiyatta uygulayan çalışmalarıyla sağlanmıştır.
İki yönlü bir gelişme göstermiştir.
1) Eseri aydınlatmak için sanatçının yaşamını ve kişiliğini incelemek
2) Sanatçının kişiliğini anlatmak için eseri incelemek
OKUR MERKEZLİ KURAMLAR
Duygusal Etki Kuramı:
Okurun eserden aldığı hazzı öne çıkarır.
İngiliz kuramcı Richards’ın savunduğu duygusal etki kuramı, edebiyatın dış dünya ve bilgi kavramıyla ilgisi olmadığı görüşüne dayanır.
Richards a göre felsefe, politika ahlak gibi konularda bilgi vermesi, gerçeği yansıtması gerekmez.
Richards a göre dil bir yandan bilgi vermek için bir yanda da duyguları anlatmak veya duygu vermek işleviyle kullanılır.
Bu anlayışa göre bir eserin sanat değeri taşıyabilmesi için okura zevk veya estetik yaşantı vermesi gerekir.
İzlenimci Eleştiri:
Herhangi bir nesnel ölçüt öne sürmeksizin eleştirmenin okurun eserde urduğu özel ilişkiyi okuma yöntemi olarak benimser.
En önemli temsilcisinin Anotole France olduğu, bu anlayış bir eser hakkında herkesçe geçerli olan yargılar geliştirilemeyeceği görüşünde olduğu için eserin nitelikleri ve yapısı üzerinde durulmaz.
Eleştirmen eser hakkında konuşurken kendinden bahseder. Ülkemizde en önemli temsilcisi Nurullah Ataçtır.
Fenomenoloji, Yorumbilgisi, Alımlama Kuramı
Fenomenoloji terimi Alman filozofu Edmund Hursserl in felsefesinin adıdır.
Fenomen görünüş demektir.
Fenomenolojik düşünce edebiyatta öncelikle husserl in ‘nesnelerin doğrudan doğruya incelenmesi’ ölçütüne ve ‘nesneleri paranteze alma’ anlayışına bağlı olarak edebiyat eserlerinin tarihi bağlarını, yazarın ortaya çıkma koşullarını ve okuru dışarıda bırakarak metnin yorumunu yapmak biçiminde yansımıştır.
Buradaki Yorum bilgisi içkin, yakın, esere yönelik okuma ifadeleriyle tanımlanabilir.
Fenomenoloji başlangıçtan beri anlam kavramıyla ilgilenir.
Alımlama estetiği ve veya alımlama kuramı eserinde yoğunlaşan yorum bilgisinin son aşamasıdır. Okurun rolünü inceler.
Alımlama kuramına göre okuma her zaman dinamik bir süreçtir. Okurun kültürel ve rasyonel tavrı öne çıkar.
Alımlama kuramının önde gelen temsilcileri R. Ingarden, W. Iser, S. Fish
ESER MERKEZLİ KURAMLAR
BİÇİMCİLİK
Sanatın özünü sanat eserinin kendisinde bulur.
Biçimcilere göre edebi eser, ele aldığı konu veya içerik ile de ölçülemez
Biçim, eserde yer alan bütün öğelerin birbirine bağlanıp örülerek meydana getirdikleri düzendir.
Biçimci anlayış 20 yy başlarında Anglo-Amerikan ve Ruh bilimciliği olarak iki koldan gelişmiştir.
Anglo-Amerikan Okulunun Temsilcileri: C. Brooks, R. Wellek, A.Tate, A. Warren dir.
Ruh bilimciliği Okulunun Temsilcileri: B. Tomaşevski, V. Sklovski, B.
Eiçhenbaum, R. Takobson
Ruh bilimcileri 1915-1930 yılları içinde Moskova Dilbilim Çevresi ve şiirsel dil araştırmaları derneği çerçevesinde yaptıkları etkinliklerde, başka bütün olanlardan bağımsız bir edebiyat biliminin mümkün olduğunu ortaya koymaya çalışmışlardır.
Edebi eserin biçimi ‘alışkanlığı kırmak’ ve ‘yabancılaştırma’ amacı taşır.
Ruh bilimcileri için önemli olan şairin gerçeklik karşısındaki tutumu değil, dil karşısındaki tutumudur.
Biçimci anlayış daha sonra Prag Dilbilim Okulu çerçevesinde faaliyet gösteren Roman Jakobson un çalışmalarıyla yapısalcılıkla birleşir.
Edebiyatta Yapısalcılık, Post Yapısalcılık ve göstergebilim
Yapısalcılık: dilbilim, eğitim, müzik, resim, tiyatro gibi alanlarda ‘sistem’ kavramını öne çıkaran bir okuma çözümleme ve değerlendirme yöntemidir.
Ferdinand De Saussure in Genel dilbilim dersleri adlı kitabında ortaya attığı dilbilim görüşlerinden kaynaklanır. Bu kitabında dili eşzamanlı çalışan bir sistem olarak ele alır ve dil/söz ayırımı getirir.
Genel ve soyut sisteme dil, bunun bir konuşmacı tarafından kullanılması anındaki uygulamaya söz adını verir.
Saussure ayrıca gösteren/gösterilen ayırımı üzerinde durmuştur.
Saussure un sistem terimi ise aralarında Jakobson, Mukarovsky ninde bulunduğu 1928 de Prag okulunu oluşturan biçimci dilbilimciler tarafından ‘yapı’ kavramıyla kurumsallaştırıldı.
Yapı kavramını edebi metinlere uygulayan A J Greimas tır.
Yapısalcılığın edebiyat alanındaki çalışmaları 4 başlık altında toplanır.
1) Yapısal üslup incelemesi
2) Yapısalcı kurama uygun sanat eserinin belirlenmesi ve incelenmesi
3) Yapısalcı bir edebiyat kuramı ve poetika ortaya konması
4) Yapısal eleştiri
Biçimciler anlamla veya edebi metinlerdeki derin yapı ile ilgilenmezler
Yapısalcılığın bir yöntem mi, bir dünya görüşümü olduğu konusu tartışılmış ve bu bağlamda özellikle Sartre, Graudy, Jameson gibi Marksist ve tarihselci eleştirmenler tarafından eleştirilmiştir.
Bir eleştiride post yapısalcılardan sayılan Derrida dan gelir. Dilin Bütününe, gösterene, gösterilene, söylenene kuşkuyla bakar göstergenin parçalanmasını önerir.
Yapısalcılık, Prag okulunun dışında ayrıca en yetkili temsilcisi Hjelmslev olan Kopanhang okulu ve özelikle üretimsel dönüşümcü dilbilim kullanımıyla dikkatleri çeken N Chomsky ile anılan amerikan okulu gibi kollara ayrılır.
Göstergebilim kültür alanına giren bütün davranış ve olguları inceler. Reklamcılık
Mitoloji, Folklor, Moda gibi anlam yaratan bütün durum ve ilişkiler bir sistem tarafından incelenmektedir. Bu da R. Barthes tarafından geliştirildi.
YENİ ELEŞTİRİ
Yukarıda Duygusal Etki Kuramında değinilen Richard ve Eliot un edebi eserleri bir estetik gerçeklik olarak gören estetik eleştiri görüşü ve Rus biçimciliği ile yapısalcılık kuramlarından etkilenerek Amerika da 1930-1950 yıllarında ortaya çıkmıştır.
Biçimcilik ve yapısalcılık gibi edebi esere tarih, sosyolojik biyografik ve yansıtma kuramı gibi dış yaklaşımlara karşı çıkar.
Edebi eser özgün bir nesnedir.
Edebi eseri incelemek için kendisinden başka bir şeye ihtiyacı yoktur.
Biçimcilik Yapısalcılık ve Yeni Eleştiri Arasındaki Farklar
Her 3 anlayışta metinden hareket eder ve dış öğelere değer vermez.
Biçimciler edebi metinlerdeki önemli öğrenin biçim, yapısalcılar metinde bulunan biçim ve içerikle ilgili bütünü oluşturan yapı, yeni eleştiriciler ise estetik değer olduğunu düşünürler.
Biçimciler, eserin biçiminden hareketle onu anlamaya çalışırken, yapısalcılar eserin derin yapısını ve bu yapıyı oluşturan özellikleri anlamaya çalışırlar.
[img=166x47]file:///C:/Users/user/AppData/Local/Temp/msohtmlclip1/01/clip_image002.png[/img]Yeni eleştiri tek tek eserin incelenmesini ve o eserin içindeki deri anlamı ortaya çıkarmayı yeterli görürken, biçimciler eserden yola çıkarak genel bir edebilik kuramına ulaşmak, yapısalcılar ise edebiyatı bir göstergeler sistemi içerisinde çözmek isterler.
Biçimciler edebi incelemenin kendine özgü yöntemi olan bir bilim olduğuna inanırlar, Yapısalcılar Saussure ün dilbilim modelinden genel kurallar çıkararak bunu edebiyatta uygulamaya çalışırlar. Yeni eleştiriciler ise özel bir yöntem önermek yerine edebi metni temel alan her yolu olumlu görürler.
METİNLERARASILIK
Her metnin kendisinden önce veya aynı dönemde yazıla başka metinlerin yeni bir sentezi olduğu görüşüne dayanır
Bu anlayışa göre her metin çok sayıda metinle kesiştiği yerler bulunur..
Julia Kristeva tarafından 1960 ların sonlarında ortaya atılan metinlerarası kavramı iki veya daha çok metnin arasında karşılıklı konuşma olarak algılanır.
Kriteva nın görüşüne karşılık M. Riffaterre metinlerarasılığın bir okuma eğlemi olduğunu ileri sürer.
|
|
|
Siyasi Tarih 1 Ünite 1 ( Ders Notu ) |
Yazar: YüksekDağlar - 21.09.2018, Saat:01:26 - Forum: Uluslararası İlişkiler
- Yorum Yok
|
|
ORTA ÇAĞIN MİRASI
Roma İmparatorluğu’nun 395’te ikiye ayrılmasından, II. Mehmet’in 1453’te İstanbul’u feth ederek Doğu Roma (Bizans) imparatorluğu’na son vermesine kadar geçen dönem Orta Çağ olarak adlandırılır.Bazı Batı kaynakları Orta Çağ’ın, Kristof Kolomb’un 1492’de Amerika kıtasını keşfetmesiyle sona erdiğini kabul ederler.
Batı Roma’nın 476’da yıkılmasını takiben Kuzey Afrika ve İtalya’da kurulan Vandal ve Ostrogot krallıkları, VI. yüzyılın başında Doğu Roma İmparatoru Jüstinyen tarafından ortadan kaldırılmıştı. İspanya’da kurulan Vizigot Krallığı ise VIII. yüzyılda Cebel-i Tarık Boğazını geçerek Avrupa kıtasaına çıkan İslam orduları tarafından ortadan kaldırıldı. Böylece Avrupa’nın doğusunda Doğu Roma İmparatorluğu’nun nüfuz alanını genişletirken, kıtanın batısında Müslümanlar Pirene dağlarını geçerek bugünkü Fransa topraklarında ilerlemeye başladılar.
Merovenj döneminde Hristiyanlık, Batı Avrupa’daki putperest (pagan) kabileler arasında yayıldı Clovis’in ölümünden sonra yönetimi altındaki topraklar, uzun süren taht kavgaları neticesinde yavaş yavaş parçalandı. Orta Çağ’ın bu dönemine “karanlık çağlar” adının verilmesinin en önemli sebebi Frank kabileleri arasındaki bu mücadele esnasında ticaretin donma noktasına gelişi, kentlerin büyük ölçüde yok oluşu, tarım alanlarının sınırlanması, okuma yazma oranının neredeyse sıfır düzeyine düşmesi ve kanunsuzluğun her yerde hâkim oluşudur. Siyasi bir otoriteden ve düzenden söz etmek imkânsızdır
Avrupa’nın güneyinde papalık tahtına oturan I. Gregory bir yandan bir Hristiyan tarikatı olan Benediktenler vasıtasıyla Avrupa’da dinini yayarken, diğer yandan da kuzeydeki Hristiyan Franklarla, diğer “barbar” kavimlere karşı işbirliği içine girmiştir.
Papa’nın da desteğini alan Heristalli Pepin (Pepen) adlı bir Merovenj hükümdarı, tüm Frankları 687’de tek bir yönetim altında birleştirmeyi başarmıştır. Pepin’in oğlu Charles Martel (Çekiç Şarl) 732’de Paris’e 150 kilometre mesafede Puvatya Muharebesi’nde (Tour Savaşı›) Müslüman ordulaını yenilgiye uğratmış ve İspanya’ya geri çekilmeye zorlamıştır. Bu başarı sonucunda Papa tarafından “Hristiyanlığın Koruyucusu” olarak kutsanan Charles Martel, tüm Frankların siyasi desteğini alarak giderek güçlenmiştir.
1054’te iki kilise birbirinden ayrılarak Katolik ve Ortodoks Hristiyanlık ayrılması doğacaktır.
768’de Frank tahtına oturan Charlemagne , 814’teki ölümüne kadar Batı Avrupa’da yürüttüğü başarılı siyaset dolayısıyla “Avrupa’nın Babas›” (Rex Pater Europae) unvanını almıştır. Frank topraklar›na getirdiği Benedikten keşişleri yoluyla halkın okuma-yazma öğrenmesini sağlamıştır, ayrıca Karolenj alfabesini geliştirerek Latin harflerini tamamen unutulmaktan kurtarmıştır.Charlemagne’i siyasi tarih açısından önemli kılan, 800 yılının Noel’inde Roma’daki St. Peter Bazilikasında Papa’nın elinden taç giyerek “Kutsal Roma İmparatoru” ilan edilmesidir. Charlemagne’in ülkesini yönetirken iktidar gücünü “kont” adı verilen yerel makamlara devredilmesi esasına dayanan adem-i merkeziyetçi bir sistemi benimsemiş olması, onun ölümünden sonra Frank Krallığının bölünerek güç kaybetmesine sebep olmuştur. Benimsediği adem-i merkeziyetçi anlayış ileriki yıllarda ortaya çıkan feodalizme öncü olmuştur.
Feodalizm Ve Tarım Devrimi
Feodalizm, toprak sahibi ile onu ekenler arasındaki ilişinin, siyasi anlam kazanmış şeklidir. Hükümdarlar, destek karşılığında bazı topraklar› soyluların yönetimine verir, onlar da güvenliklerini sağladıkları köylüleri bu topraklarda çalıştırırlardı. feodalizm, sadece bir toprak yönetim biçimi olmanın ötesine geçmiş, siyasal gücün paylaşılması, karşılıklı hak ve yükümlülükler ile yönetimde temsil gibi siyaset bilimi açısından son derece önemli kavramların tarihteki önemli örneklerini sunmuştur.
Yüksek Orta Çağlar
Avrupa X. yüzyıldan itibaren daha sonraki yüzyıllardaki siyasi yapıyı derinden etkileyecek önemli gelişmelere sahne olmuştur. Bunların başında Doğu Frank topraklarının (Almanya) kralı I. Otto’nun, istiladan kurtardığı Papa XII. John tarafından 962’de Kutsal Roma imparatoru ilan edilmesi gelir.
Bir yandan feodalizmin getirdiği, kralın karar alırken soylulara danışma ilkesi, diğer yandan kentlerin gelişmesiyle birlikte yönetimde söz sahibi olmak isteyen yeni kesimlerin ortaya çıkması. Yüksek Orta Çağlar’da, Avrupa’nın her yerinde parlamentoların yayılmasına yol açtı.
Parlamento’da ayrı kamaralarda temsil edilen, din adamları (ruhban), toprak sahipleri (aristokrasi) ve ticaretle uğraşan kent-soylular (burjuvazi) giderek artan bir şekilde yönetimde söz sahibi olmaya başladılar.
Haçlı Seferleri
Yüksek Orta Çağlar, Avrupalıların islam dünyasıyla ispanya dışında da çatışmasına sahne oldu. Selçuklu Türklerinin 1015’ten itibaren Anadolu içlerine akınlar yapmaya başlaması› ve Türk aşiretlerinin kitleler hâlinde Batı’ya doğru hareketi Doğu Roma ile gerginliklerin ortaya çıkmasına sebep olmuştu. 1071’de Selçuklu Sultanı Alparslan’ın Malazgirt Savaşı’nda İmparator Romen Diogenes (Diyojen) komutasındaki Doğu Roma ordusunu yenmesi, Türklerin Anadolu’daki hâkimiyet alanını genişletti. Hristiyanların, kendileri için kutsal sayılan Filistin topraklarına hacca gitmelerinin zorlaşması üzerine Papa II. Urban 1095’te söz konusu toprakların ele geçirilmesi için “kutsal savaş” çağrısında bulundu. Başlangıçta Türklerin karşı koyması karşısında Anadolu’dan geçemeyen Haçlı orduları 1099’da Kudüs’ü ele geçirmeyi başardılar.1187’de Selahaddin Eyyubi önderliğindeki islam ordusu Kudüs’ü Haçlılardan geri almayı başardı. Kudüs’ü tekrar ele geçirmek için yapılan Haçlı seferleri başarısızlıkla sonuçlandı.Bu sebeple, Rönesans’ın başlangıcında Haçlı seferleriyle Doğu’dan aktarılan değerlerin yadsınamaz biçimde etkili olduğu değerlendirmesi yapılabilir. Son olarak Haçlı seferleri sırasında şövalyelik bir meslek hâline geldi
YENİ ÇAĞ BAŞLARKEN AVRUPA’NIN DURUMU
Yüz Yıl Savaşları
İngiltere ve Fransa krallıkları arasında 1337’den 1453 kadar süren savaşlar, Yüz Yıl Savaşlar olarak adlandırılır. Bu uzun krizin kökenlerini 1066’da Normandiya Dükü William’ın Hastings Savaş’nda ‹-İngiltere Kral› II. Harold’u yenerek İngiltere tahtına oturmasına kadar götürmek mümkündür. Aslında Fransa Kralı’nın bir vassali konumunda olan William’ın kral olmasını takiben, İngiltere kralları Fransa’dan daha fazla toprağa hükmeder hâle gelmşti. Fransa’ya tabi olmayı reddetmeye başlamışlar ve daha bağımsız hareket etmişlerdir. XIV. Yüzyılın başında Fransa tahtına kimin oturacağına ilişkin bir veraset anlaşmazlığının yaşanması, İngiltere ile Fransa’nın birbirleriyle uzun sürecek savaşlarını da başlattı. Savaşlar 1453’te Fransa’nın kesin üstünlüğüyle sona erdi.
|
|
|
|
|
Hoşgeldin, Ziyaretçi |
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.
|
|